Bugünkü makaleme bir itiraf ve özür ile başlamak istiyorum. Bu sabah çayında geri dönüp bakarken şahsıma yapılan eleştirilere çok tahammülsüz ve zaman zaman kabalıkla cevap vermişim. Oysa ki; kurumları, olayları, bireyleri benim gibi sıklıkla ve en uç noktada eleştiren birisinin haklı veya haksız aynı oranda eleştiri alması çok doğaldı.
İnsan, zaman zaman özeleştiri mekanizmasını devreye sokmalı kanısındayım. Özeleştiri de bulunmak ileride büyümesi muhtemel hatalarınızdan arınmak, olması muhtemel dargınlıkları başlamadan bitirmek ve her şeye daha objektif bakma şansı verir.
Bu bağlamda bu kadar eleştirdiğim, üzerine gittiğim kim varsa hepsinden özür diliyorum. Çok pişmanım çünkü keşke hepinizi hak ettiğiniz gibi çok daha ağır eleştirmiş olsaydım. Keşke size karşı beslediğim öfkeme gem vurmamış olsaydım da hepinizi rezil rüsva etseydim...
Keşke aranızda sapık olanları sapkınlığı, hırsız olanı çaldıkları, namussuzu namussuzluğu ile deşifre edebilecek kadar duyarsız olsaydım.
Keşke bazılarınızın yüzüne tükürmüş bazılarınıza ağzıma geleni söylemiş olsaydım zira bugüne kadar hiç kimseyi haksız yere eleştirmemiştim.
İtiraf ediyorum: Aralarında memleketimi sömürenlerin olduğu bazılarına edilmemiş, gün yüzü görmemiş bir ton küfür var biriktirdiğim...
Gelelim konumuza: Kuvvetle muhtemeldir ki bu fıkrayı çoğunuz bilirsiniz. Bu nedenle uzatmadan aktarıp konumuza geçeceğim.
Bir seçim vaktidir ve mevcut bir milletvekili bir köy muhtarını arayıp, ahaliyi toplamasını ister. Vekil kısa süre sonra köy meydanındadır. Halkın önünde muhtara der ki:
-Bugün sizin tüm sorunlarınızı çözmeye geldim. Muhtar Efendi, köyümüzün problemleri nelerdir?
Muhtar umutla:
-Efendim; 2 büyük sorunumuz var. Birincisi; yıllardır sağlık ocağımız var ama doktorumuz yok. İkincisi...
- Dur! Der, vekil ve muhtarın sözünü keser.
-Önce birinci sorunu çözelim. Cebinden telefonunu çıkarır ve:
-Efendim, falanca köyümüzde doktor yok. Üç gün içinde 2 doktor rica ediyorum. Çok teşekkür ederim. Telefonu kapatır ve:
-Aradığım kişi sağlık bakanımızdı. Doktor sorunu yani birinci sorun halledildi. Şimdi ikincisini söyle.
Muhtar oldukça mahcup yüz ifadesi ile:
-Efendim, köyümüzde yıllardır telefon şebekesi yok ve telefonlar çekmiyor....
Şimdi bu fıkra üzerinden "Ya Urfa'da şebekenin çekmediği köy yok..." Diyemiyorum zira gırla var ama daha da önemlisi ne biliyor musunuz; keşke tüm sorunumuz çekmeyen şebekeler olsaydı da en azından kendi dünyamızda yaşasaydık.
Şanlıurfa'nın bugün topraklarında barındırdığı tarım hayvancılık, güneş ve şu enerjisi, tarihi varlıklarına rağmen eğitim başta olmak üzere birçok alanda geri kalmasının sebebi neydi biliyor musunuz?
Cep telefonlarının şebekeleri sadece akrabalarına ve kendi banka hesaplarına ses veren siyasetçiler... Bu meseleye dönecem ama önce müsaadenizle sürü ve çoban gerçeğini irdelemek isterim.
Cinsi ne olursa olsun; sürüler tarih boyunca kendilerini güden, sorgusuz, sualsiz takip edip güvendikleri çobanların aslında onların en büyük düşmanı ve cellatlarına teslim etmelerini sağlayacak bekçileri olduğunu anlamadılar, anlamayacaklar da. Çünkü hayvanların biz insanoğlu gibi düşünme yetileri yok.
Dünya var oldukça hiçbir kuzu, koyun, inek, dana, keçi, oğlak, kaz, tavuk çıkıp:
-Ey arkadaşlar, biz bu çobanı takip ediyoruz ama bu adam bizi besleyip kilo aldırdıktan sonra kasaba satacak! O bizim düşmanımız, gelin kendi içimizden bir çoban seçelim ki bizi ölüme götürmesin. Diyemeyecek. Çünkü onlar akılları ile değil, güdüleri ile hareket eden birer hayvan. Hal böyle iken biz Şanlıurfalı'ların neden uzun yıllardır koyun sürüsü moduna girip sürekli değişen, çoğu bizden olmayan çobanların peşinde kendi boynumuzu kasapların keskin bıçaklarına teslim etmeye razı olduğumuzu anlamıyorum.
Size, şebekesi çekmeyen yerlerden bakanı aradığını söyleyerek oy toplayan sayısız vekilimizi sayabilirim. Hatta bu bağlamda Şanlıurfa ülkenin zirvesidir diyebilirim.
Her seçim öncesi vaatler aynıdır ve her seçim sonrası o vaatler seçilenlerin akrabalarına ve banka hesaplarına artı olarak yerine getirilir.
Dedim ya; bizler çobanın kasaba teslim edeceği koyunlar değiliz evet ve evet kimse keskin bıçağı boğazlarımıza dayamayacak tamam ama emin olun biz o koyunlardan çok daha fazla bıçak darbesi yiyiyoruz hayatlarımızda.
İktidar partisinin kalesi olma özelliğini yıllardır sürdüren bir şehrin okuma yazma oranında ülkenin en gerisinde olmasının tek izahı vardır. Eğitimsizliğin kör bıçakları geleceğimizi kıtır kıtır doğramaktadır.
Mesela potansiyele rağmen bu şehirde organize sanayi büyümüyor da veriliyorsa, meyve bıçağı misali soframıza konulması gereken meyvelerin başkalarının sofralarında soyulup midelerine konmasıdır.
Bu şehir yıllardır ithal çoban pardon siyasi liderlerin peşinde gitti. O liderler şehre gelip kendilerine sorgusuz şekilde biat edecek birkaç ismi belirledi ve o liyakat yoksunu, bir baltaya sap olamayacak insanlara hayal edemeyecekleri makamlar verdiler. O adamlarda birer kahramanlık masalı yazdılar. Oysa telefon şebekesi sadece ithal çoban ve sürüsü için çekiyor, sadece onlar zengin oluyor, şehir ha bire geri gidiyordu.
Bakınız, Mehmet Kasım Gülpınar ile hayata bakış açımız, görüşlerimiz hatta ideolojilerimiz zerre örtüşmez. Belki bu yüzden çok daha önem vermelisiniz ona olan sevgim ve inancıma.
Mehmet Kasım Gülpınar dediğimiz adamın cep telefonu sadece kendi akrabalarına, ailesine ve banka hesabı için çekmez.
Gülpınar'ın telefonu bir yakınına ihale almak için çalışmaz, çalmaz, arama yapmaz.
Gülpınar'ın telefonu liyaketten, haktan, hukuktan, adaletten, vicdandan yoksun bir talep için kimseyi aramaz.
En önemlisi de Gülpınar'ın bilgi birikimi, vicdanı, proje ve vizyonu yetki verildiğinde o telefonun tüm coğrafya ve ülke için çalmasını, arama yapmasını, ulaşıp, ulaşılmasını sağlar.
Demem o ki; bakan, bakan yardımcısı ve bürokratlarımızın dahi kalmadığı bu süreçte Gülpınar yarına dair tek umudumuzdur.
Abartmıyorum, Gülpınar'ı pamuklara sarıp korumalıyız zira gidişat hepimizi kasaba götürüyor bilesiniz.
FACEBOOK YORUMLAR