Bizler, güldürürken toplumsal mesajlar veren; işsizliği, zamları, iktidarı, muhalefeti, feodaliteyi, kültürel yaşamdaki deformasyonu, gençliği kısacası bütün hayatı sorgulayan büyük, çok büyük ustaları izlemiş bir kuşağın şanslı izleyicileriyiz.
Kemal Sunal'lar, Zeki & Metin'ler, Şener Şen, Münir Özkul, Adile Naşit ve daha nice büyük ustaları seyretmek nasip oldu bizlere.
Teki bile halkı güldürmek için belden aşağı küfürler savurmadı sahnede, ekranlarda.
Belki de bu yüzden bir otlu peynir şiiriyle sözde sosyal demortalık mesajları verip, halka sırtını dönenlerin sözde komedilerine gülemeyiz.
Bu ülkede işsizlik, nepotizm, torpil, ihale vurgunları, orman ve ağaç kıyımları, kadın cinayetleri, madde bağımlılığı, tarım ve hayvancılığın bitme noktasına gelmesini görmezden gelenlerin kıçıyla bira şişesi devirmesine kahkahalar bile attık. (Şahan Gökbakar/Recep İvedik)
TIRROYA CEZA!
Sahi, Şahan Gökbakar'ın sanattan, sanatın eleştirme ve halkın sesi olma gücünden uzak; Türk halkını kıllı, görgüsüz, cahil gösteren Recep İvedik karakteri demişken geçen gün yaşadığım bir olayı sizlerle paylamak isterim.
Şahıs ve yer önemli değil ama anlatıp yorumu size bırakacağım.
Hakkımda sürüyle iftira dolu suç duyurularından birisinin itiraz durumasındayım. Karşımda ikiside bayan savcı ve hakim var.
Sanık sandalyesinde abartısız 10 dakika kendi aralarında sosyal medyaları üzerinden sohbetlerini bekliyorum. Konu ne bilmiyorum ama sohbet koyu... Ben ve avukatım var mıyız, yok muyuz belli değil.
Bir twitimde ''Şerefinize dil uzatanlar karşısında sus-pus olacak ama iftiralarla üzerime geleceksiniz öyle mi tırro'' demişim ve bundan bana idari para cezası kesilmiş, bizde itiraz etmişiz.
Nihayet sohbetleri bitti ve hakime hanım:
-Size indirimli ceza vermitik. Neden itiraz ettiniz? Diye sordu.ir
Tırro kelimesinin bizim coğrafyada arkadaşlar arasında espiriyle çok kullanıldığını, bir nevi kereta anlamına geldiğini ve bundan dolayı ceza almış olmayı kabul etmediğimi ifade ettim. Savcı Hanım atladı:
-Sosyal medyaya baktım, tırro osuruk anlamına geliyor! Demez mi?
Vay vay vay!
Kaldı ki; tiwitimde şahsıma dair suç duyurusunda bulunan beyefendinin adı soyadı yok. Şehir, adres veya o şahsı ironize edip anlatacak ima yok!
Yargı artık sosyal medyaki tanımlamalar üzerinden ceza veriyorsa yandık arkadaş. Savcı hanıma:
-Siz Kürtçe biliyor musunuz? Diye sordum. Devamında osuruk'un tırro olmadığını. Kürtçe'de osurukun karşılığının fıs olduğunu anlatacaktım ama oralı bile olmadı. Avukatım olduğu halde kendimi savunma hakkım elimden alındı yani. Çünkü suç duyurusunu yapan şahsın unvanı Şanlıurfa BŞ Belediye Başkanı Kardeşi olmak. Evet, yanlış okumadınız. Artık birisi hakkında suç duyurusunda bulunurken:
*BŞ Belediye Başkanı kardeşi
*Milletvekili yeğeni
*Bakan dostu
gibi unvanlar davayı kazanmanız için hayli yeterli vasıflar olmuş durumda.
Aynı mahkeme vefat eden anneme kaypak heştegi ile hakaret eden, klibimden bir fotoğrafım üzerine ''Köpek gibi havlama, sanatçı görünümlü faturacı'' gibi ağır hakaretlere dayır suç duyurumu görmezden gelirken; tırro üzerinden bana para cezası veriyor çünkü suç duyurusunda bulunduğum sözde gazeteciyi il başkanı savunuyor!
Not: BŞ Belediye Başkanımız Sn. Zeynel Abidin Beyazgül ve ülkemin hakim ile savcılarına beslediğim saygı nedeniyle daha fazla yazmıyorum yoksa çok daha ağır yazardım. Çünkü bu hukuksuzluktan bıktım, usandım artık.
Aynı mahkeme benim 2 yıl önce attığım ve bir ilçe belediye başkanı ile avukatını ''İstifa edeceksiniz, o ilçe halkı sizden rahatsız!'' twitim nedeniyle bana 15 ay hapis cezası veriyor. İşin garibi aynı belediye başkanı Ak Parti Genel merkezi tarafından istifa ettiriliyor, eleştirdiğim avukatı makamında ayağından vuruluyor.
Ee hania dalet?
Benim TIRRO diye tanımladığım ''Boş işlere imza atanlara söylediğimiz sözden ibarettir Sn. Savcım'' Keşke herkes ben kadar boş işlerle hayatlarımızı dehir edenlerle mücadele etse ve keşke ben gibilere değil, bu coğrafyayı boş işlerle sömürenlere verebilseniz cezaları.
Haklı çıktığım eleştirilerim nedeniyle neden 15 ay hapis cezası?
Aynı mahkeme annemin taziyesinde gözaltına alındığım meşhur facebook canlı yayını davasında berat veriyor çünkü Halil Özşavlı ve avukatının davayı kazanmak için zorla mağdur gösterilen Şanlıurfa Milletvekili İ.Halil Yıldız, Halil Özcan ''Biz Ekrem Arpak'tan şikayetçi değiliz!'' dileçesi veriyor. Çünkü dönemin Bakanı A. Eşref Fakıbaba ''Canlı yayını izledim. Ne partimize ne bizlere ve nede kimseye hakaret yok. Çok üzüldüm.'' gerekçesi ve söylemi ile şikayetini geri çekiyor. Çünkü dönemin başsavcısı telefonda bana ''Bende izledim. Burada dava açılacak bir söylem yok...'' demişti.
Gelin görün ki Özşavlı'nın berat kararına itirazını kabul ediyor mahkeme heyeti.
Halbuki o davada mağdur edilen, vekilin talimatları, yargıya baskısı ile ekmeği ile oynanan, taziyesine saygısızlık yapılan ve hukuksuzca tutuklanan benim ben...
Hal böyle iken, nerede kaldı basın özgürlüğü? Hani nerde adalet, hak, hukuk?
Kürtçeyi bilmeyen bir savcının sosyal medya üzerinden bana ceza vermesinin neresi adalet?
Haklı çıktığım bir belediye başkanı ve avukatından dolayı hapis cezası almamın neresi adalet?
Benim kendimi savunma hakkımı elimden almayın artık...
Sn. BAŞSAVCIM NEREDESİN?
Geçenlerde de yazdım. Şanlıurfa Başsavcısı Sn. Önder Çeri şehre gelmeden namı geldi. Adil, cesur, samimi adam dediler. Gelmeden yüreklerimize umut diye misafir ettik kendisini. Şimdi kendisine soruyorum:
Sn. Başsavcım;
Tırro kelimesinden ceza almamın neresi anayasada yazılı? Hangi hukuka, adalete göre veriliyor bu ceza?
Sn. Başsavcım; attığım tiwitte ne yazdıysam çıkmış. Belediye Başkanı istifa etmiş, avukatı ayağından vurulup görevden azledilmiş. Ben neden 15 ay hapis cezası alıyorum?
Yargı doğru söyleyene, yazana ceza vermeye başladı da haberimiz mi yok Başsavcım? Nerede basın özgürlüğü?
KADERİMİZ DEĞİL!
Dedim ya; ülkemde neredeyse tüm değer yargılarımız gibi alışkanlılarımız, kültürümüz, adalet anlayışımız hatta müzik, sinemamız bile hızla deforme edilmiş durumda.
Bunun yanında çocukluğumuzdan beridir ''Ne yaparsan yap, kaderinde ne varsa onu yaşarsın'' söylemi ile yaşadıklarımız karşısında sus-pus olmamız ve zavallı bir teslimiyetçiliğe mahkum olmamız dayatıldı. Tıpkı lüks villalarda yaşayıp milyonluk araçlara binen, 3-4 maaş alan Nihat Hatipoğlu ve bazı din adamlarının yüz binlerce lira karşılığında bizlere yoksul olmanın güzel olduğunu dayatmaları gibi...
Dedim ya; komedi anlayışımız değişti. Buna hizmet edende enses ilişkileri, eş cinselliği, çok eşliliği, sevimeyi çocuk yaşlara indiren; amca yeğen, iki kardeşin aynı kadınla yattığı iğrenç ilişkileri doğal mecrasında gösteren diziler oldu.
Büyük komedyenlerin yerini şaklaban, yalaka tipler alırken, büyük sanatçıların (Neşet Ertaş, Aşık Vesyel, Musa Eroğlu gibi...) yerini dımtıs dımtıs, küfür, cinsellik dolu abuk subuk şarkılarla Z kuşağı denilen gençlik morfinlendi.
Son örneği sahneden inip bir izleyicinin kucağına oturan Gülşen verdi.
Sesleri ile değil, neredeyse en mahrem yerlerini açıkta bırakan dekolteli kıyafetleri, bacak şovları ve seks kokan hareketleri ile gündem olan bazı eski manken, sözde şarkıcıları bize sanatçı diye yutturdular.
Bu durum ve ahval içinde kısmen kaliteli kalan Ali Sunal ve ekibinin hazırladığı GÜLDÜR GÜLDÜR ŞOV oldu. İşte bu programın bir skeci ile Şanlıurfa'nın içinde olduğu durumu anlatmaya çalışacağım.
Skeçte ekmeğini kazanmak için hiçbir işte çalımayan, hatta sınava hazırlanmadığı için kazanmamasını ''Kaderimizde varmış!'' sözleriyle açıklayan, bir çay bardağına 6 şeker atıp şeker hastalığını kadere bağlayan, betona tekme atıp kırılan bacağını kader diye tanımlayan geri zekalı bir aile anlatılıyordu.
Geri zekalı değil Urfalılar, hatta enerjilerini doğru yere harcadıklarında, imkan bulduklarında ve az biraz bir birlerini sevmeyi başardıklarında dünyanın en zeki, en cesur insanlarıdırlar ama işte ''Kaderimizde varmış...'' dayatması üzerimize öyle sinmiş ki, battıkça batıyoruz.
HANGİSİ KADER?
*Yahu, iktidar partisinin il başkan yardımcısının petrol arazisi üzerinden ucube proje üreterek 25-30 milyon haksız kazanç elde etme girişiminin neresi kader?
*Yahu, gece zil zurna olana kadar alkol alıp sonra 2 öğretmene aracı ile çarpan belediye başkanına katlanmanın neresi kader?
*Yahu devletin vidanjörü ile sigara, silah kaçakçılığından milyonlar kazanan siyasetçi yeğenini izlerken kiramızı ödeyemenin neresi kader?
*Yahu kızını, eşini, oğlunu belediyelerde işe koyan, ihalelerden komisyon alan, belediye başkanı, il başkanı, daire başkanı ile ortak sitesi, gazetesi olan gazetecilerin içine ettiği düzenin paçası olmanın neresi kader?
*Yahu İzmir/Urfa arası 3 uçak seferi yapılacak olmasını müjde diye sunan ama yıllardır nüfusu bizden az Gaziantep'in Antalya, İzmir, Yurt dışı, Ankara, İstanbul seveferlerinin bizden katbe kat fazla olduğunu sorgulayamayan siyasetçilerimiz neden kaderimiz olsun?
*Yahu iddia ediliyor ki; eski OSM Müdürü Yunus Emre Akçakale yüzünden istifa ettirildi. Akçakale'den her gün baka bir yolsuzluk haberi ile sarsılmanın neresinde kader var?
*Yahu iptal edilen petrol arazisi projesinin kirli dumanları tüterken Karaköprü'de, Eyyübiye'de yeni petrol arazisi girişimlerinde bulunmanın neresi kader?
*Yahu geçen gün ''Ben kimim?'' başlıklı makalemde yazdım. Adamın birisi kaidelere, kurallara, kanuna aykırı olmasına rağmen 42 akrabasını özel kalem müdürü, ilçe gençlik spor müdürü, güvenlikçi, korucu diye işe sokmuş. Bunun neresi kader?
* Yahu, bazı siyasiler İzmir'de hastane açarken, yalılar dikip Metropollerde kapatmalarına daireler alırken evlerimize ekmek götürememenin neresi kader?
*Makama gelmek için birbirlerine bel altı algı operasyonu yapan siyasilerin kirlettiği kültürel bir dokunun parçası olmanın neresi kader?
Geçenlerde eski BŞ Genel sekreter yardımcımız, ŞUSKİ Genel Müdürü sevgili dostum Mehmet Emin Özçınar ile uzun uzun sohbet etme fırsatım oldu. Enfes bilgileri ile bakış açıma derinlik kattı.
Mesela Siverek Viranşehir arasında boş boş duran toprakların aslında Amasya Elması, Malatya kayısısı için en ideal topraklar olduğunu ondan öğrendim.
Mesela aynı toprakların güneş enerjisi ve rüzgar panelleri için en ideal yerler olduğunu, ülkemizde enerji panelleri için rüzgarın 4 nat esmesi gerektiği, o bçlgeninse 5 nat rüzgar aldığını anlattı.
Şimdi soruyorum:
*Yahu Özçınar gibi donanımlı isimler dururken kıçını silmeyi beceremeyen sürüyle liyakatsız insanın kurumların başında olmasının bedelini ödemenin neresi kader?
*Bu kadar zengin topraklarda yoksul olmanın neresi kader?
ALLAH'A KURBAN OLUN!
Elbette kadere inanırım lakin kurban olun yaradana yahu. Allah, kader diye kirli, rantçı, vurguncu, ihale peşinde koşan, nepotistleri kader diye alnımıza yazmaz.
Allah, ''Gidin, çalın, çıprın bu sizin kaderinizde var!' emrini ne zaman hangi kitapta verdi?
Bizi sömürenlere karşı gıkımız çıkmasın!
Yaşamak, üretmek, ayağa kalkmak için hiç bir şey yapma ama kaderimizde var de çık işin içinden. Yok ya!
Bu benim kaderim değil arkadaş ve ben bana dayatılan bu anlayışa karşu durmaya devam edeceğim. Bedeli ne olursa olsun...
Her haksızlığa, hukuksuzluğa karşı susa susa hepsini meşrulaştırmaktan yorulduk artık.
FACEBOOK YORUMLAR