Ülkemde olup bitenlerin tekine şaşırmamak gibi yeni bir alışkanlık edindiğimden beridir ilk defa şaşırdığım ve kanımca üzerinde konuşulmasını bırakın ayağa kalkılması, ülke kamuoyunda fırtınaların kopması, savcıların harekete geçmesi gereken bir ibretlik bir açıklama geldi Erdoğan Bayraktar’dan...
Gelin önce Bayraktar ne dedi, hemen akabinde bir başka Ak Partili Albayrak nasıl devam etti hatırlayalım.
“Dosyam var, dosyada ne varsa kabul ediyorum, benim suçum. Telefondaki konuşmalar bana aittir, tapeler bana aittir, renkli çekilen kameralar, teknik takiptekilerin hepsi bana aittir. Devletin düzelmesi için hakikaten, Allah’tan korkan, vatanını ve milletini seven, üretim yapan, katma değeri yüksek mal üreten insanların bir yerlere gelmesi lazım. Benim şimdi tuzum kuru. Özel sektördeyim. Beni şimdi attılar. ‘Reis’, sayın cumhurbaşkanım beni hırsız çuvalının içine koydu ve attı” ifadelerini kullandı Bayraktar.
Her bir satırını okurken dehşete düştüğüm bu ve diğer açıklamalarının ardından gelmesi muhtemel değil, gelmesi gereken toplumsal reaksiyon ürkütmüştü beni. Yeni ve karmaşık siyasi bir kaosun eşiğindeyiz diye geçirdim içimden...
Öyle ya; bu cümleleri kuran, daha doğrusu itiraflarda bulunan kişi öyle aleladede birisi değil, eski çevre ve şehircilik bakanı, 20 yıldır ülkeyi yöneten iktidarı elinde tutan Ak Parti’nin kurucusu, aktif siyaset yaşamında dönemin başbakanı, şimdiki cumhurbaşkanımızın yakın mesai arkadaşı Erdoğan Bayraktar’dı.
Doğrudur, belki ‘’ben de bir hırsızım!’’ dememişti ama görevini suiistimal ettiğini bunu da bilgi dahilinde yaptığını söylüyordu. Sözlerinin tümünü baz aldığımızda canımı yakan ve ülkem, çocuklarım, geleceğimiz hatta içinde bulunduğumuz zaman anlamında dehşete düştüğüm cümlesi ile ‘’benim tuzum kuru’’ sözleriydi...
Adaletin, hukukun, vicdanın, masumiyet karinesinin değil, gücün, güçlünün tuzunu kuruttuğu; garibanın, yoksulun, kimsesizin ise güçlüye kurban edildiğinin itirafıydı bu ve o an ülkemin değerli savcılarının harekete geçeceğini, muhalefet ile iktidarın kapışacağını, bu siyasi kaosun nahoş bir yere gideceğini ama en önemlisi ülke kamuoyunun ayağa kalkacağını düşünerek endişeye kapılmadım değil.
Günler geçtikçe acı gerçeğimiz ile yüzleştim ne yazık ki...
‘’Görme, duyma, söyleme’’ üçlüsüne teslim olmuş, suskunluğun yaşam biçimi haline geldiği bir toplum olduğumuzu hatırladım. Evet, 84 milyon olarak hepimizin hastane koridor duvarlarında asılı ve hafızalarıma kazınmış hemşire tablosundan farkı yok artık.
Parmağı dudaklarında ‘’sus’’ işareti yapan o hemşire tablosunun o hastanedeki hastaların rahatsız olmaması için sus dediğine inanırdım. Nereden bilebilirdim ki gün gelecek 84 milyon insan susacak...
Ülke tiyatrosunun kavuklu ustalarında, büyük yazar ve sanatçı Ferhan Şensoy’u kaybedeli birkaç saat oldu sadece. Allah’tan rahmet diliyorum, sevenlerine başsağlığı ve sabır. İşte o Şensoy’un bir sözü çıkmaz aklımdan:
‘’Uyumak iyi de kitle uyuyunca sorun oluyor...’’
YÜZDE 90 İTİRAFÇI!
Henüz Bayraktar’ın açıklamasını ve bunun karşılığında takınılan görmezden gelmeyi hazmedememişken bir başka eski Ak Partili Kemal Albayrak’ın açıklaması geldi. Albayrak Ak Parti de yer alanların yüzde doksanının itirafçı olacağını ve Bayraktar’ın buna start verdiğini iddia ediyordu. Hem de zehir zemberek sözlerle.
Benim beyin de algı lopları arasında hatlar kopuyordu bu açıklamayla. Öyle ya neyin itirafları gelecekti?
Albayrak ve Bayraktar’ın çokta ses getirmeyen ama mesela İtalya’da yaşansa tüm ülkeyi ayağa kaldıracak, savcıların harekete geçeceği açıklamalarını bir kenara koyup, memleketim Urfa’da ne haldeyiz bir bakalım:
Sürü psikolojisinin en yoğun yaşandığı şehrin Şanlıurfa olduğuna dair hayatım üzerine bahse girebilirim... Eğitimden, cehaletten tutunda sayısız nedenlerle de desteklerim iddiamı...
Öyle ya; Şanlıurfa’da tıpkı coğrafyamızın diğer şehirlerinde olduğu gibi eğitim sistemimizin batıya deneyimli öğretmen yetiştirmek için kullandığı laboratuvar, bir zamanlar biz, şimdilerde çocuklarımızın da kobay olarak kullanıldığı, üstelik yetersiz okul, derslik, öğretmen ve kalitesiz, niteliksiz, niceliği olmayan eğitime kurban edildiği şehirdir.
Örneğin: Harran’da mevcut 1.200 öğretmenin yüzde 99’nun stajyer, bir diğer deyişle deneyimsiz öğretmen olmaları bile Harranlı çocuklarımızın alacakları kalitesiz eğitimin göstergesidir.
Harran’da en deneyimli öğretmenin 3 yıllık olması, MEB’in bölgeye bakış açısını göstermiyor mu?
Hoş, sadece eğitimde değil, sağlık, asker, polis gibi mesleklerde de ŞARK GÖREVİ adı altında memurun deneyim kazanacağı bölge değil miyiz? Bizim bölgemizde deneyim kazanan öğretmen, polis, asker, hemşire, doktor, mühendis ve diğer memurlar belki de en verimli olacakları çağda batıya tayin olmazlar mı?
Hal böyle iken çocuklarımızdan iyi üniversitelere girmelerini beklemek, cehaleti yenmeyi düşünmek gibi trajikomik hayallerimiz var bizim.
Hastanemiz, hasta yatak sayımız, araç gereçlerimiz, doktorumuz yok ya da eksik ve bizler tedavi umuduyla civar illerin yollarında ölmüyor muyuz? Kaçımız bunu dile getirip, tepki koyduk?
Koyamayız!
Çünkü SUS!
Çünkü GÖRME!
Çünkü DUYMA!
Çünkü SÖYLEME!
Anlayışı hatta k*ç korkusuna bulanmışız...
Bu zavallı suskunluğun orta yerinde ne çok çirkinliklerle alın terlerimiz çalınıyor tahmin bile edemezsiniz ya da hepiniz en az benim kadar biliyorsunuz ama...
Açıkçası hiçbir siyasetçi veya evladının özel hayatı beni ilgilendirmedi bugüne kadar. Bu bel altı ve alçakça algı operasyonunu iyi kıvıranlar zaten mevkidaşlarını devirip makam sahibi oluyorlar...
Ancak bir ilçe başkanının evladı 2 güzel hatunla otel odasında rakının dibine vururken; Urfalı ve coğrafyamın gençlerinin Metropollerinde çöp toplamalarından cidden rahatsızım, üzgünüm ve susmak istemiyorum arkadaş...
Benim esnafım iflasın eşiğinde olduğu için evladına ekmek götüremez hale gelmişken; bir parti başkanının yeğeninin peyzaj peyzaj ihale alıp zenginleşmesi beni rahatsız ediyor arkadaş...
Benim çiftçim kendi tarlasına ektiği ekini biçemez hale gelirken bir ilçe belediye başkanının milyonluk yalılar yaptırıp bahçıvan koyacak hale gelmesi, yüzlerce dönümlük tarım arazisi satın almasına artık tahammül edemiyorum arkadaş...
Benim üniversite mezunu gencim işsizliğin, tefeciliğin, çaresizliğin esaretinde beli bükülmüş yaşama tutunmaya çalışırken, birilerinin oğulları, yeğenleri milyonluk araçlara biniyor, ihalelerde boy gösterip milyonlar kazanıyor, il başkan yardımcısının kardeşi belediye başkan yardımcısı oluyor ya; illet oluyorum arkadaş...
Sahi ne anlatıyorum Allah aşkına?
Peygamberle şehriyiz diye övünen ama Hz. Eyüp Nebi’nin türbesini dahi rant haline getirmiş bir şehirden ne bekliyorum ki?
Fuhuş bizde!
Tefecilik bizde!
Tacizci gazeteci, bürokrat bizde!
Madde bağımlılığı bizde!
Kan davası bizde
İşsizlik rekoru bizde!
Cehalet bizde!
Bize bunları kader gibi yutturanlara ses çıkaramayan bir şehirden ne bekliyorum ki?
Artık gözlerimize soka soka cukkalayanlara helal olsun zira bu kadar susup uyuyan bir şehrin halkına müstahaktır...
FACEBOOK YORUMLAR