Bugün memleketimle dertleşeceğim, sonrasında ağır bir hesaplaşmanın çetelesini gözler önüne sereceğim makaleme; yakın geçmişte derin bir haksızlığa uğrayan (Profesör) adıyla zaman zaman Urfa gündemini sarsan genç bir kardeşimizin sosyal medya paylaşımı ile başlamak istiyorum.
Genç kardeşimizin yazdıklarına katılmakla beraber affına sığınarak eksik bıraktıklarını da ben tamamladım…
Şanlıurfa'da bulunan en çok şeyler:
En çok Kanaat Önderi Urfa'da!
En çok Muhtar Urfa'da!
En çok Köy Urfa'da!
En çok Faizci Urfa'da!
En çok Siyasetçi Urfa'da!
En çok Gazeteci Urfa'da!
En çok Başkan Urfa'da!
En çok Dernek Urfa'da!
En çok yalaka Urfa'da!
En çok sahibine yaramayan Urfa'da!
En çok STK Urfa'da!
En çok ciğerci Urfa'da!
En çok seküler tırşıkçı Urfa’da!
En çok başkan Urfa’da!
En çok isotçu Urfa’da!
En çok Aşiret Urfa’da!
En çok ağa Urfa’da!
En çok cahil Urfa’da!
En çok kan davası Urfa’da!
En çok başlık parası Urfa’da!
En çok ihale vurgunu Urfa’da!
En çok torpil Urfa’da!
En çok beytülmal hırsızı Urfa’da!
En çok işsizlik Urfa’da!
Elbette bunca ÇOK arasında en çok yoksulluğun Şanlıurfa’da olmasından daha doğal ne olabilirdi ki? Bunca ÇOK aslında Şanlıurfa halkının yarısından fazlasının neden yardım kolilerine muhtaç, borç batağı içinde, intiharın eşiğinde ve mevsimlik işçi olmasının basit bir açıklaması değil midir?
Tüm hayatım boyunca bu çokların azalması için verirken kendimden, memleketimden, insanlığımdan utanma noktasına nasıl geldiğimi; Şanlıurfa’nın acı gerçeklerini tecrübelerimin ışığında anlatmaya çalışacağım.
AH İSTANBUL!
Dünyanın en zengin toprakları üzerinde bırakıp yoksulluğa mahkûm çocukluğunu, bir umut deyip çıkagelmişsin dünyanın en zor Metropollerinden birisine...
Taşı, toprağı ALTIN denilen, rüyaların şehri İstanbul'a yani...
Mavi gözlü boğazı, tarih kokan yedi tepesi, surları ile ve Taksim'i ve Sultanahmet, Kadıköy, Baltalimanı, Nişantaşı ve bir yanı Avrupa bir yanı Asya iki gerdanlık misali dizili şehirlerin sultanında vermişsin kavganı.
Televizyonlar gülümseyen İstanbul'u getirir ekranlara. Radyolardan şen şakrak İstanbul masalları dinleriz. Anlatılmaz, yaşanır bir güzellik destanıdır burada yaşamak. Kimse dem vurmaz bu büyülü güzelliğin altında saklı kalan insan öğütme canavarından...
Yaşayan bilir İstanbul'da ayakta durmanın yürekte, bedende açtığı yaraların ağırlığını... Karanlık çöktüğünde kaç sokak çocuğu titreyerek ölür düşmez ekranlara.
Güçlünün hamisi İstanbul'un her gece kaç yoksulu para babalarının, zalimin sofralarına meze yaptığını okumazsınız...
Yeşilçam’ın fakir genci zengin kızın aşığıdır ya finalde hep kavuşturur senarist oysa fakir genç zengin kızın semtinde dahi geçemez öğrendik 29 yılda...
Kış mevsimlerinde sıcacık diskolarda ünlülerin aşk hikâyelerini izletir magazinciler... Borcu yüzünden elektriği, doğalgazı kesik, zemheri soğukta çocukları ile titreye titreye zatürre olan fakirin hanesine uğramaz kameralar...
Kimsesiz, kaçak, evsiz barksız çocukların sokaklarda göğü yorgan, kartonu döşek, kaldırımı yastık yaptığını söylemez kimseler.
Bir yanda tek bir kahveye 15-30 lira verenler diğer yanda evine ekmek götüremeyen anne babalarının gözyaşları ile ıslandığı şehirdir İstanbul...
Ve bir gün aynaya baktım...
Ev ev pazarlama, inşaat, pazarcılık, havalandırma, balık ızgara, sulu yemek ustalığı, barmenlik, garsonluk, boyacılık, çaycılık, prodiction, oyunculuk, sahne, dizi derken ekmek kavgasında ağaran saçıma sakalıma yani...
Alnımda ha baba de baba durmaksızın süren yaşama mücadelesinin derin izleri, içimde hala büyüyememiş boyacı çocuğun titreyişleri ile ama işte durmuştum ayakta.
Üstelik albümler, diziler, romanlar derken, kendi adıma küçük çapta mucize dolu bir hikâyenin kahramanıydım.
İşkence gördüğüm, dayak atıp dayak yediğim. Aç, açıkta kaldığım... Yüzme bilmediğim Marmara Denizinde boğulmaktan kurtulduğum... Kuru ekmeği su çorbasına katık ettiğim... Âşık olduğun, evlendiğim, iki evlat sahibi olduğum İstanbul bana, ben İstanbul'a alışmıştım artık.
Eh işte...
25 yılımı almıştı adam gibi yaşamak için kurulacak düzen ama kurmuştum. Bedeli ağır olsa da artık çokta yorulmadan, bel bükülmeden ayakta duracak haldeydim.
Gel gör ki, yüreğimin orta yerinde büyümeyen, dünyanın en zengin topraklarının (Şanlıurfa/Ceylanpınar) oyunlarını, hayallerini çaldığı hiç büyümemiş bir çocuk vardı.
Ha bire:
-Tamam! da Ekrem, ya Urfalı çocuklar ne olacak? Sorusuyla her gece benimle kavga eden o çocuk.
Öyle ya; tarıma elverişli arazileri, yeraltı yerüstü zengin kaynakları, güneşi, suyu ile memleketim cennetten bir bahçeydi ama ne yazık ki o bahçenin içinde yoksulluktan yardıma muhtaç olmuş ve dünyada cehennemi yaşayan çocuklarımız vardı.
Erkin Koray'ın şarkısında dediği gibi:
-Bir şey yapmalı! Diyordu içimdeki çocuk.
Aylar süren analizler, araştırmalar memleketimin
1- Liyakatsiz
2- Çapsız
3- Vizyonsuz
4- Çıkarcı
5- Eğitimsiz
6- Feodal yapıdan gelen bazı siyasiler yüzünden bu halde olduğunu gösteriyordu.
Ötelenmiş, hırpalanmış olmak sorunun bir diğer yanıydı ama ille de siyasiler...
Bayramlarda yardım kolilerine muhtaç, aç açıkta, mevsimlik işçi, işsiz, borçlu...
Tefeci, DEDAŞ kurbanı...
Fuhşun, madde bağımlılığının, Suriyeli Mültecilerin ahlaki yapısını çökerttiği...
Nepotizmin, ihale vurgunlarının, yolsuzluğun pençesinde bataklığa düşmüş bir Şanlıurfa tablosu ile karşı karşıyaydım ama tüm bunları alt edecek her şey vardı.
- Göbeklitepe, Soğmatar, Balıklıgöl, Harran Evleri ve Üniversitesi, Halfeti, Takoran Vadisi, Nevali Çori, hanlar hamamlar ile turizmde çığır açacak ve milyonlarca turisti çekerek müthiş döviz girdisi sağlayacak zenginlik vardı
Dünyada insanoğlunun avcı yaşamdan komin yani toplu yaşama geçiren ilk buğday ve mercimek Urfa'da ekilmiş, üzümün damıtılarak şarap haline getirildiği, fıstığın ana yurdu, pirincin, zeytinin topraklarıydı Şanlıurfa.
Karagül'ü, Ters Lalesi, Peygamber çiçeğini bir kenara bırakıyorum ki turizm için birer nimettirler...
Yani, mevsimlik işçi olmak kader değildi bu topraklar ekilip biçildiğinde. Doğru bir tarım reformu ile ülke ekonomisine çatı olunurdu.
Asırlardır tarım ve hayvancılıkla yaşamlarını idame eden memleketim, doğru sulama, yol, sanayi hamleleri ile artık tüm ülkenin yaşamını idame edecek ekonomi yaratabilirdi...
Dünya da su sıkıntısı yaşanırken ülkemin en önemli barajına yataklık eden Fırat bizdeydi, Habur bizdeydi...
Eşsiz bir güneşe uyanıyorduk sabahlarına ve çıkarılmamış petrol yatakları da bizdeydi.
Bizde olmayan 3 şey vardı ve eğer o 3 şeyi kazanırsak bitecekti yoksulluk, haksızlık, sömürü...
1- Birbirimize sevgiyi yitirmiş, garip bir yabancı hayranlığının esaretinde birbirimize düşman olmuştuk!
Derin bir uykuya dalıp nasıl sömürüldüğümüzü anlamamız için bizlere öğretilen akraba düşmanlığından bazen bir dönüm arazi, bazen bir koyun, tazı, ev için kan davaları deyi oluk oluk kan akıyordu.
Karakollar akrabasının şikâyet ettiği, iftiraya maruz kalmış Urfalılarla dolarken, iktidar partisi genel merkezi birbirini şikâyet etmekten partiye ve memlekete hizmet götüremeyen milletvekilleri, bürokratlardan usanmıştı.
Maraşlıyı valilikten alıp Büyükşehir Başkanı yaptık ta, Maraş stadında "Urfa'da adam yok paşa gönderdik!" pankartları asılıyordu.
Aynı parti, aynı dava için sözde mücadele edenler makam için birbirlerinin özel hayatlarını deşifre ediyor veya bel altı, alçakça Whatssapp, mesenger, ses kaydı videoları ile çirkin, ahlaksız bir siyaset yürütüyordu.
Bize bir zamanlar birbirlerine iş yerlerini, parasını, evini, namusunu emanet edecek kadar güvenen insanların yeniden el ele vermelerini sağlayacak sevgi gerekiyordu yani
2- Şanlıurfa bir avuç hariç on yıllardır gücünü feodaliteden, paradan alan, vizyonsuz, iki kelimeyi bir araya getiremeyen, üstelik seçildikten sonra makamını kendisine, ailesine, yakınlarına rant kapısı yapan siyasilerden bu hale gelmişti.
Dünden bugüne seçtiklerimizden bazılarının orantısız büyüyen mal varlıklarına bakın, ne demek istediğimi anlarsınız...
Bizim derhal her cuma namazında büyük Müslüman pozu veren ama aslında sigara kaçakçısı, ihale ortağı, iş takipçisi, okumamış veya diplomalı cahil, FETÖCÜ siyasetçi, bürokratlardan kurtulup gençlik dinamizmi ile belki ŞANLI madalyasını almayacak ama yeni bir 11 Nisan Kurtuluş destanına imza atacak yerel siyasette revizyona ihtiyacımız vardı.
Bu revizyon için namuslu, vizyon sahibi, kirlenmemiş, vicdanlı sayısız siyasetçimiz de, bürokratımız da vardı. Sadece kimisi bu kirli düzenden uzak kalmak, kimisi engellere takıldığı için meydana çıkmıyordu.
Hayatım, şerefimle her türlü kefil olacağım ve bu şehre çok şey kazandıracaklarına inandığım Necati Demirkol Ağabeye, sevgili M.Korkut Polat'a, Cevahir Asuman Yazmacı'ya, Mehmet Kaya başkana, dostum, kardeşim Nihat Kılıç' a, Naif Bülbül'e, Haşim Şeyhanlıoğlu'na, Ali Gubat'a, Güler Kama İzol'a, Kamil Tüysüz'e, Ahmet Bahçivan Başkana, Erdal Çil'e ve diğer dostlarıma kırgınlığım bundandır…
Kan bağımın olduğu ve Allah biliyor ya, siyasete damga vurmaları için yüreğimi, bedenimi ortaya koyduğum insanlar için gecemi gündüzüme kattım da mücadele ettim, yılmadan.
Bu mücadele içerisinde hiçbir bağımın olmadığı ama bende derin kırgınlıklar bıraktıkları halde destek verdiğim isimlerde vardı.
Kemalettin Yılmaztekin, M. Ali Cevheri, Fakıbaba, Z. Abidin Beyazgül, Bahattin Yıldız, Emin Yetim, Nihat Çiftçi gibi...
Olsundu, mesele ben değildim. Mesele memleketti ve memleketin yeni bir siyasi kadroya ihtiycı vardı.
3- En önemlisi de: Bizim geçmişi, asaleti, vicdanı, bilgi birikimi, halk nezdinde karşılığı olan; yukarıda saydığım özelliklere sahip yani Ak Partinin Ömer arayışındaki profilleri bir araya toplayacak bir lidere ihtiyacımız vardı.
Bu bağlamda arayışım fazla sürmedi. Çünkü o lider zaten vardı...
-Haydi! Dedim Ekrem; memleket için bir ayağını Ankara, diğer ayağını Urfa'ya atma vaktidir.
Ulusal kanallarda "Urfa'ya Urfalı Bakan Yakışır" kampanyasının startı ile başladığım, şehrimi sömürenlerle verdiğim kavgalarda sayısız mahkemeler, tehditler, hak gaspları, vefasızlığa maruz kaldığım mücadelemin bugün 5. yılı ve ben henüz 6 ay önce büyük hayallerle açtığım ofisi satışa çıkardım!
Ofisimin satış ilanına geleceğim elbette ama önce 5 yıllık süreçte neler yaşadık bir göz atalım istedim.
VE ÇIKTIK YOLA!
Sorunlar da belliydi, bu sorunları çözecek, tüm şehri aydınlık, bereketli yarınlara götürecek lider de…
Hakkında sayısız makale ve nihayetinde kitabımda yer vererek tüm gerçekleri anlattığım lider meselesine yazı dizimizin sonunda yeniden geleceğim.
Elbette geçmişten bugüne bir şekilde Şanlıurfa siyasetinde yer almış her milletvekili, belediye başkanı kendi özellerinde değerliydi. Kaldı ki zaten şahıslarla problemim yoktu ama sigara kaçakçısı, vatandaşı dolandıran, ihale ortağı veya takipçisi, cahil, liyakat yoksunu siyasetçiyi, bürokratı, kurum amirini de sevmek zorunda değildim.
Sevmedim de…
Bilakis, makamlarına, güçlerine, paralarına bakmadan üzerine üzerine gittim Şanlıurfa halkına zarar veren herkesin…
Ben, Şanlıurfa gerçeğini, zulümler, hırsızlıkları, yolsuzlukları, alçakça algı operasyonlarını, nepotizmi yazdıkça, doğal olarak bu şehirde lider olması gereken isim ile buna neden olanların yerinde olması gerekenlerin değeri daha da anlaşılmaya başladığı an korkunç bir linç kampanyası başlıyordu şahsıma dar.
Yahu bu memlekette annesinin taziyesinde gözaltına alınmak gibi insanlık ayıbını yaşadım!
Yahu hak gaspları bitmek bilmedi de tek birine boyun eğmedim şükürler olsun. Daha da önemlisi ben yazıp geniş kitlere ulaştıkça, sözde benimle mücadele etmeleri ve yazdığım çirkinlikleri örtmeleri için bazı sözde gazetecilere hayatları boyunca kazanamayacakları paralar ödediler.
Son olarak GÖEBKLİTEPE Belgeseline vesile olduğum gibi, şehrimin tanıtımına çok önemli katkılar verdiğim halde, Ankara’da, İstanbul’da komedi denecek sözde tanıtımlar üzerinden birilerine yüz binlerce lira ödendi.
O birileri gazeteci kimliği üzerinden ihalelerden komisyonlar aldı!
O birileri il başkanı Bahattin Yıldız’a komplo ve algı operasyonları üzerinden Bahattin Yıldız’ın il başkanlığı yaptığı Ak Parti Belediyelerinden tonla paralar kazandı.
Nihat Çiftçi’de Ak Parti Büyükşehir Belediye başkanıydı ve ona saldıranlar da Ak Partiden tonla paralar kazanıyorlardı.
5 yıl içerisinde verdiğim mücadelenin çoğu bilinmez. Mesela her yıl sayısız trafik kazalarının yaşandığı ve sayısız can kaybına mal olan Ceylanpınar ilçesi girişindeki trafik sinyalizasyon sorununu benim girişimlerimle yapıldığını kaç kişi bilir?
Kaç kişi bilir kaç okula destek verdiğimi?
Kaç kişi bilir kaç öğrencimizin yüzlerini güldürdüğümü?
Kaç kişi bilir kaç yoksula omuz verdiğimi?
Kaç kişi bilir haklı olarak aldıkları ihalelere konulan blokları kaldırdığımı?
Kaç kişi bilir kaç mazlumu karakollardan kurtardığımı?
Kaç kişi bilir makalelerimle, twitlerimle en azından çalınacak olan milyonların belli bir yüzdesine engel olduğumu?
Nerede bir mazlum, mağdur varsa yanında durdum bu süreçte…
Kaç kişi bilir Ankara’da memleketim için aylarca ailemden ayrı kaldığıımı?
Bu 5 yıllık süreçte yaşadıklarımın ve tecrübelerimin daha geniş özetini de ileriki günlerde kaleme alacağız ama gelin bir de yapmadıklarımın çetelesine bakalım.
5 YILLIK MÜCADELE!
Bu satırları okuyan herkesi ve tüm Şanlıurfa Halkını şerefim ile temin ederim ki; yazarlık, edebiyat veya müzikal yaşamımda:
- Şanlıurfa fakir fukarasının alın terinin sömürülerek Ankara’da tutulan evlerde metreslerle tozpembe hayatlarda yenmesine sayısız kere tanıklık etmeme, yabancı yengelerin ısrarlı ricalarına ve bu hayattan nefret etmeme rağmen bu bildiklerimi tek bir belediye başkanı, bürokrat, kurum amiri üzerinde şantaj, bel altı amacı ile kullanmadım.
- Emin olun ki; aynı partiden oldukları halde birbirlerinin kuyularını kazmak için şahsıma teklif edilen paraların kuruşuna tenezzül etmediğim gibi, örneğin Ahmet Eşref Fakıbaba ve Seydi Eyyüpoğlu gibi iki değerli siyasetçimizin barışması için verdiğim mücadeleyi, birçokları için verdim.
- Bazı siyasilerin, bürokratların, kurum amirlerinin özel kalemlerinden, yardımcılarından, akrabalarından, amcasından, dayısından, yeğeninde, personelinden, daire başkanından, işçisinden, sevgilisinden,.. Eşinden, kardeşinden gelen ve paylaşmam halinde o isimleri istifaya, şehri terk etmeye dahi götürecek tek bir ses kaydını, video veya Whatssapp görsellerini şantaj veya para kazanma amacıyla kullanmadığım gibi, kullanılmaması için mücadele ettim.
- Birisi hukukçu, diğeri iç mimar iki evladımın, hepsi üniversite mezunu kardeş ve ağabeylerimin, yeğenlerimin tekini tek bir belediyede veya kurumda işe sokmadım.
- Tek bir belediye veya kurumdan ihale almadım.
- Kimseye algı operasyonu yapmadığım gibi, kimseyi kimseye düşürmedim.
Evet, devam edecek bu yazı dizimiz ve her birisi bu şehirde bomba etkisi yapacak acı gerçekleri anlatacak…
Ve evet,
6 AYLIK OFİSİM SATILIKTIR!
FACEBOOK YORUMLAR