Bir meseleye, etrafınfa olup bitene nasıl, neresinden baktığındır hayatına yön veren.
Ben bu makaleyi karalamaya başladığım gecenin orta yerinde ''025:00'' şöyle mini bir haber düştü telefonumun mesaj kutusuna:
-Kastamonu'nun Cide ilçesinde inşaat halindeki binaya girerek elektrik kablolarını çalan hırsızlar, duvara ''nasıl çaldık'' yazarak kayıplara karıştı. Bırakılan notu gören inşaat sahibi ve çalışanlar şoke oldu.
Eminimki hepimiz böyle bir haberi okuduktan sonra dünyanın en temiz, dürüst insanlarıymış gibi ''yüzsüzlere bak hele, dünyanın çivisi çıktı...'' ile başlayan cümleler ile başlarız söze ve ''yuh artık!'' gibi baskın şaşkınlık ifadeleri ile devam ederiz.
Ee, ne bekliyordun ki? Dediğinizi duyar gibiyim ve bu soru da samimiyetsizlik kokan bir tür bakış açısıdır aslında çünkü işin gerçeğinde ben dahil hepimiz bu habere verdiğimiz, vereceğimiz tepki ile önce kendimizi, sonra etrafımızdaki herkesi kandırmayı amaçlamaktayız.
Neden mi?
Çok basit aslında: Çünkü etrafımızda göz yumduğumuz sürü ile hırsız var ve hırsızlık, yalan, yüzssüzlük, yolsuzluk, ihale vurgunları hayatımızda çok sıradan, meşru hale geldi.
Öyle ya; düne kadar kirada oturan bir belediye başkanının gözümüze sokar gibi ilçenin ortasına diktiği bilmem kaç milyonluk malikhaneye ses çıkarmıyor, şaşırmıyoruz ama kablo hırsızlarının arsızlıkları bizi çok şaşırtıyor, öyle mi?
Kimsenin tanımadığı bir adamı Urfa milletvekili yaptılar. Adam çıktı bir ilçeyi kendi akrabalarının rant ve makam bahçesi haline getirdi şaşırmadık, ayıplamadık ama kablo hırsızlarının arsızlığı bize çok ağır geldi, öyle mi?
Dünün işsiz, vasıfsız birçok ismin siyaset sayesinde zenginleşmesine şaşırmadık ama kablo hırsızları bizi çok şaşırttı.
Bazı siyasilerin oğulları, kızları, yeğenleri, ayıları, dayıları, tüm sülale aşımızdan çaldılar şaşırmadık ama kablo hırsızlığı bizi şaşırttı değil mi?
Sosyal medyadan cuma mesajı, ayet paylaşım rekoru kıran bazı soysuzların sapkın videoları, iğrenç ilişkileri bizi şaşırtmadı ama kablo hırsızları şaşırttı.
Bir adam oğluna şöyle dedi:
-Bu hayattaki tek ve en büyük günah hırsızlıktır...
-Çünkü: Diye devam etti.
-Mesela bir babayı öldürürsen çocuklarından babalarını, karısından eşini çalmış olursun. Mesela birine yalan söylersen, etrafındakilerinin gerçeği bilme hakkını çalmış olursun. Mesela işçine hakettiğinden az maaş verirsen, alın terini çalmış olursun.
Ne kadar doğru değil mi?
Bütün günahlerın anası hırsızlıktır ama bizler etrafımızda emeğimizi, kanımızı, canımızı, alınterimizi, aşımızı çalanlara ses çıkaramazken, nerede basit bir adi hırsızlık vakasına rast gelirsek ahkam keseriz.
Peki, sizce bu davranış biçiminin sebebi ne?
KORKAKLIK derim. Korkaklık meselesine derinine inmeden şu bakış açısına dair hoş bir misal vermek istedim.
Sokrates diyorki:
Ben gençken erken kalkmaktan hoşlanmazdım ve annem bu davranışımdan nefret ederdi çünkü bir gün beni zengin bir tüccar olarak görmek istiyordu.
Bir gün annem benimle öğretmeni görmeye geldi. Aralarında bir anlaşma yaptılar. Bende, öğretmenden erken kalkmanın faydalarını bana anlatmasını istedim.
Öğretmen: İki kuş varmış, biri erken uyanıp böcek yiyip yavrularını beslerken diğeri geç uyandığı için yiyecek bir şey bulamamış. Sonra döndü sordu bana:
-Ne anladın bu hikayeden?
Cevabım oldukça basitti:
-Erken kalkan böcekler, kuşlar tarafından yenirler :)
Dedim ya; bakış açısı...
KORKAKLIK!
25 yaşımdayım ve AKSOY Film Müzik Yapım'da prodiction elemanı olarak çalışıyorum. Başrollerini Hülya Avşar ile Kenan Işık'ın paylaştığı YEŞİL YOL Sinema filminin gerilim sahnelerinden birisini çekmek üzere Zincirlikuyu mezarlığına gittik. Set kuruldu, çekimler başladı. Ben de sıcak bir çay alıp ıssız bir köşeye çekildim. Bir ara fark ettim ki: Karanlık bir köşede bir mezarın kenarına oturmuş çayımı duyumluyorum.
O gün fark ettim ki; insanın asıl korktuğu şey yalnız kalmak. Öyle ya; tek başıma hiçbir güç beni o mezarlığa koyamaz, hele de bir mezarın kenarına oturtup çay keyfi yaptıramaz. Muhtelemen kalpten giderim.
Yanisi dostlar, hayata bakış açımız ve toplumsal bilinçtir yarınlarımıza yön verecek olan. Bakınız; dünya üzerinde beyaz yakalı diye tabir edilen akademisyen, mühendis, mimar, doktorları yurt dışına ihraç edip, Afganistan, Suriye, Pakistan gibi üçüncü dünya ülkelerinden dünyanın en geri kalmış cahil milyonlarca mültecilerini ithal eden başka ülke yok ama artık yarına dair umudu, düşünme kırıntısı kalmadığı ve birer zavallı korkak haline geldiğimiz için sesimiz çıkmıyor...
Doğruların yalan ile yer değiştirdiği, sahtekarların dürüstlerden çok daha fazla değer gördüğü, tefeciliğin, hırsızlığın, nepotizmin, liyakatsizliğin meşrulaştığı bir zaman diliminde bilimden, ilimden, gerçek Allah inancından uzak bir hayatı yaşamaktayız.
Refleks yok, bakış açısı yok, duygu yok, sevgi yok. Bilakis, kin, nefret, ırkçılık, dini sömürü tüm hayatımızı esir almış durumda ve fakat içi boşalmış, düşünme yetisini yitirmiş birer korkak olduk.
Korkaklık neden bu kadar etki etti hayatlarımıza derseniz; toplumdan koptuk. Aileden, değer yargılarımızdan koptuk.
Ne demiştim Zincirliluyu mezarlığı örneğinde. En büyük korku aslında yalnız kalmatır. Yalnızlaştık ve cahilliği sevdik; hepsi bu...
FACEBOOK YORUMLAR