HAZAN MEVSİMİ!
Kaç zamandır bacaklarım yorgun, ayaklarım artık beni taşımakta zorlanmakta, göğsümde garip sızılar var.
Aslında uzun yıllardır gecelerle barışık, karanlığın en konusuna alışkın bir adamım ben ama uykularımın bu kadar firari olduğunu pek hatırlamıyorum.
Yorgunluk, halsizlik derken üzerine bir de hiç bir şeyi sevememe, tat alamama eklenince sadece Nev Hospital değil bölgenin en iyilerinden Dr. Caner Kaya hocanın kapısını çalmak kaçınılmaz oldu.
Tetkikler, efor testi, emar derken bir de holter takıldı. Kendimi canlı bomba gibi hissettim o an ama öte yandan aslında ayaklarımın, bacaklarımın değil, kalbimin yorgun olduğunu hastanede fark ettim.
Sanki adı konulmamış bir duygu yok edici virüs ruhumdan, kalbimden yaşama sevincimi çalmış gibiyim kaç zamandır.
Yaş 50'yi geçti malum. Yaşlılıktandır dedim kendime. Öyle ya her şeyi kabullenir de yaşlandığını kabullenmez miş insan. Aynanın karşısına geçtim. E evet, ağaran sakal ve saçlar da "artık yaşlısın" Der gibiydiler ve en az benim kadar dağınık.
Lakin sol göğsümü söküp alan şey sadece yaşlılık olamazdı. Bu kadar basit miydi küsmek herkese ve her şeye?
Sonra dönüp baktım da elbette yaşlılık değildi tek sebep. Çocukluğumu, gençliğimi çalan yoksulluk, babasızlık, idealler, vefasızlıklar, kavgalar, kırgınlıklar, kardeşler, akrabalar, arkadaşlar, acılar, yarım kalan sevinçler, haksızlıklar, hukuksuzluklar derken tükenip gitmiş sevgilerim, yaşama sevincim.
Bildiğiniz etten, tırnaktan bir robot kalmış geriye. O haldeyim yani.
Elimi, kolumu oynatacak halim de niyetim de yok. O denli tükenmiş duygular, sevinçler, hedefler.
İyi de neden, kim-kimler için?
Geç kalınmış cevapsız sorular da kar etmedi bu acaip itici, tembel, çekilmez halimi düzeltmeye.
Dün akşam üzeri kendimi attım sokağa. Yeniden sevmek, peşinde koşulacak idealler, kafamın kırılacağı kavgalardan küçük bir umut kırıntısı bulur muyum diye.
Sağlı sollu yürüyen yüzlerce, binlerce insanın yüzlerine, gözlerine baktım. Sokaklarımız yaşayan ölülerle dolmuş resmen. Birer zombi haline gelmişiz (Nargile keyfinden vazgeçmeyen Suriyeliler hariç)
Bununla beraber herkesin yüzünde gerginlik var ve ürküyorum donuk bakışlardan.
Bayinin askısında duran gazetelerin birinin manşetinde 32 yaşında eşi tatafından makasla öldürülen bir kadın var!
Cep telefonuma gelen haber bildiriminde koca bir mahallenin tecavüz ettiği 13 yaşındaki bir çocuk.
Hrant Dink'i katleden Ogün Samast karakoldan elindeki tespihi sallaya sallaya çıkıyor, keyfi yerinde.
Umarsızca basıp geçtiğim kaldırım taşlarının altından sayısız faili meçhule kurban gidenlerin isyanlarını duyar gibiyim.
Boncuk mavisi gözleri ile bakan küçük ayaklarında yırtık ayakabılar, üstünde yamalı fistanı ile dondurma tezganına iç çekerek bakıyor. Bir et parçası kalan kalbimi paramparça ediyor o bakış. Üçer top dondurma alıp tutuşturuyorum küçük kız ve kardeşinin eline. Onlar uzaklaşırken ölüm yaklaşıyor bana sanki. Ölesim var yahu.
2 genç kızın intihar haberlerini yazıyor sosyal medya haberleri. Bir babanın ödeyemediği faturalar yüzünden intihar ettiğinin fotoğrafı göğsümün ortasına çöküyor.
Kimse kimseyi sevmiyor yahu. Bir ciğer dürüm 200 lira, markette 2.5 lira olan 05'lik su cafede 60. Zenginin karnı şiştikçe işçinin, emekçinin açlığı büyüyor.
Çöl sıcakları var Urfa'da ama DEMSAŞ elektiriği kesiyor. Faturları yetmediği gibi elektirik kesintisi de kavuruyor şimdi.
Sonra hatırlıyorum; bir işim, bir de evim var benim. Güneş başımda Azrail resmen. Kan ter içindeyim. Yaşamak zorundayım yani...
Dün bir arkadaşım "her şeyi siler misin?" Diye rica etmişti. Sildim tabi ama fark ettim ki yarım kalan duyguları, aşkları, umutları, yaşanan acıları rehberden, DM'den, mesaj kutularından silmekle silinmiyor muş işte.
Küçük bir umut bulsam sevineceğim ama bu kirli düzende resmen ölesim var arkadaş...
Hazan mevsiminde gibiyim. İnsan sevmekten, umuttan, dostluktan, arkadaşlıktan, vefadan, adaletten, dostluktan yana tüm yapraklarım sararıp dökülmüş ve farkına varamamışım.
Ne diyeyim, bahar mevsimlerimi çalanlar utansın.
FACEBOOK YORUMLAR