Ekrem Arpak

Ekrem Arpak

EKREM-CE

GÜLE GÜLE GÜLPINAR!

27 Şubat 2025 - 23:33 - Güncelleme: 28 Şubat 2025 - 00:57


6 Şubat 2023'te dokuz saat arayla meydana gelen, merkez üsleri sırasıyla Kahramanmaraş'ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri olan, 7,8 Mw ve 7,5 Mw büyüklüklerindeki iki deprem sadece ülkemizin değil bütün dünya tarihin en büyük felaketlerinden birisiydi.
Bir Maraş, Elbistan, Adıyaman kadar olmasa da Şanlıurfa da bu depremde hepimizin yüreklerini acıtan kayıplar verdi.

Acının, çaresizliğin, çok büyük kayıpların orta yerinde istatistik verileri paylaşan Şanlıurfa Valimiz Şıldak, 6 Şubat depreminde Şanlıurfa il genelinde 20 binada yıkımın yaşandığını ve buna bağlı olarak 180 vatandaşın hayatını kaybettiğini ifade ediyordu.

Gerçek şu ki 11 ilimizi acıya boğan 6 Şubat depreminde resmi rakamlar 54.000 kaybımız olduğunu söylese de gerçek ölü sayısını asla bilemeyeceğiz ama o soğuk gecenin sabahına değin süren "sesimi duyan var mı?" Çığlığı on yıllarda geçse hafızalarımızda acı tazeliğini koruyacak.

Bitmeyen hırslarımız ile üzerinde sonsuza kadar tepinerek yaşayacağımız dünyadan birgün ansızın gidişi ne de güzel özetlemiş şair.

Ülke olarak henüz büyük depremin yaralarını sarmaya çalışırken 6 Şubat'taki depremlerden etkilenen Şanlıurfa, 15 Mart'ta nadir görülen sel felaketiyle karşılaştı. Metrekareye düşen 180-190 kilogram yağış, kısa sürede kent merkezinden geçen 3 derenin aniden taşmasına yol açtı. Sel felaketinde 17 kişi hayatını kaybetti, 62 kişi yaralandı.

Sular altında kalarak can veren Urfalı hemşerilerimizin acısı yüreklerimizi dağlarken kurtarma ekiplerinin, böyle büyük bir felakette can kaybını minimum seviyeye düşürmesi gereken iş makinalarının yerine kepçe ile sele müdahale eden Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesinin görüntüsü en az deprem ve sel kadar kırıcı ve üzücüydü.

Kepçe ile sel felaketine müdahale etmenin utancını yaşadı bu şehir. Tıpkı korkunç boyutlara ulaşan israfın, torpilin, ihale takipçiliğinin, nepotizmin, rüşvetin derin utancı içinde fakir fukaranın hakkı olan paraların birilerine peşkeş çekildiği iddialarını takip ettiğimiz gibi.

Göbeklitepe'si, her biri tarihe ayrı ışık tutan taş tepeleri, Balıklıgölü, Şuaip Şehri, Harran'ı ve daha birçok tarihi ören yeri ile tarihin sıfır noktası, dünyanın en zengin toprakları ile tarım ve hayvancılığın merkezi, tahıl ambarı, Tatlıses'i, Gürsesi,, Yılmaz Güney'i, Abdullah Balak, Mehmet Özbek, Kazancı Bedih ve daha birçok değerli sanatçısı ile Kültür ve sanatın başkenti olan Şanlıurfa artık liyaketten yoksun bürokratları, siyasileri, yerel yöneticileri ile fakir insanların ortaçağ geriliği ve karanlığına doğru geri geri giden bir şehirdi.

Bir şeyler değil, her şey ters gidiyor ama ne yazık ki hiç kimse bu gidişin bir felakete doğru olduğunu görmüyor, görmek istemiyor; görenler de öteleniyor, dışlanıyor, baskıya ve tehdide maruz kalıyordu.

"SESİNİZİ DUYDUM!" DEDİ GÜLPINAR!

İşte tam böyle bir zamana denk geldi yerel seçimler. Şanlıurfa halkı videoları, iğrenç, çarpık ve sapkın ilişikleri olan; rüşvetin, torpilin, vurgunların bataklığında şehri bataklığa sürükleyen isimlerden bıkmıştı. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Ak Parti'nin genel seçimden sonra yerel seçimlerde de kendi iradelerini görmüyor olmasına kırılmış ve bir arayış içindeydi. Bu arayışa son verecek ve yine, yeniden başlamak için umut olacak tek bir isim vardı: Mehmet Kasım Gülpınar. 

Mevsimlik işçileri, enerji şirketinin tükenme noktasına getirdiği çiftçileri, gelecek kaygısı ve işsizlik, madde bağımlılığının altında inleyen gençliği, evine ekmek götüremeyen anne babaları vellhasıl koca şehir halkı yıkıcı bir depramın altında kalan depremzede gibi iniliyordu: ''Biz buradayız Mehmet Kasım Gülpınar ve umut sensin...''

Uzun yıllardır Ankara'da yaşayan, Cumhurbaşkanının danışmanı ve başkentin konforu içindeki Gülpınar bu çığlığa ve davete bir an bile tereddüt etmeden sırtını dönmedi.
Paraya boğulmuş ulusal ve yerel basın, iktidarın ekonomik, siyasi gücü, kirli algılara rağmen 31 Mart seçimleri Şanlıurfa halkının irade zaferi ile sonuçlandı ve Mehmet Kasım Gülpınar Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı idi.

Kim ne derse desin, 31 Mart yerel seçim sonuçları sosyolojik bir devrim; Mehmet Kasım Gülpınar da o devrimin büyük lideri olarak tarihe yazıldı.

Şanlıurfa halkının bu devrimin altına imza atmasının birçok siyasi, ekonomik, kültürel, sosyolojik, politik, ahlaki gibi anlaşılabilir gerekçeleri vardı ama en büyük gerekçe Mehmet Kasım Gülpınar'ın şahsına olan güvendi.

HAKLI ÇIKTILAR!

Şanlıurfa halkı seçimlerin üzerinden henüz 11 ay geçmişken haklı çıktı. Malum bütün devrimler sancıları ile beraber gelirler. Gülpınar devrimi de özellikle ilk aylarda tüm sancıları geldi.

Gülpınar'ın gelişi ile işe gitmeden maaş alanlar, 15. kattaki troller, ihaleleri adreslere teslim edenler, eşlerine ve eşlerinin altın günü arkadaşı kadınlara bile özel araç tahsis edenler, torpille işe alınanlar, belediyenin sosyal tesislerini bile para karşılığında ahlaksız ilişkilere mahkum edenler, fakir fukaraya gitmesi gereken sosyal yardım kolilerini yakınlarına peşkeş çekenler, başta BELTUR olmak üzere iştirakli şirketleren milyoner olanlar yani Büyükşehir Belediyesini kemirgen gibi kemirenler bu devrimi kabullenmek istemediler. Bir süre kirli algılarına fake hesaplar üzerinden devam ettiler ama bir süre sonra artık trol oldukları için maaş alamayanlar köşelerine çekildiler. Belediye'nin para gücü olmayınca fake hesaplar ve yerel ile ulusal basın üzerinden insanlara iftira atmak ve kendini övmek zordu ki durdu zaten.
Ve Mehmet Kasım Gülpınar'ın devrim gibi hameleri başladı. Gelin bunlara teek tek bakalım:

1- İSRAF BİTTİ!

(Not: Lütfen ekmek israfına son verelim)

Göreve gelir gelmez şaşalı makam yaşantılarına son veren Gülpınar önce abartılı güvenlik gösterisine son verdi. Maaşını yoksul öğrencilere bağışlayan Gülpınar birileri gibi evine gelen misafire alınan çerez parasını bile özel kalemdeki merasim tören maddesi üzerinden belediyeye yükleme işine de son verdi. Gülpınar başkanlık makamına gelen vatandaş ve misafirlerin tüm ikramlarını dahi cebinden karşıladı.

Gereksiz makam aracı fazlalığını bitirdi. Abartılı maaş ödemelerini bitirdiği gibi. 
Size bir örnek vermek isterim. 31 Mart öncesi günlük çıkan halk ekmeği 6.000, halk ekmeğin satıldığı büfe sayısı sadece 15 iken; bugün neredeyse aynı maaliyetlerle günlük ekmek sayısı 50 bin, büfe sayısı ise 52 oldu. Üstelik bu çok da zor olmadı. Birilerinin un vurgunlarına son vermek yetti sanırım.

2- TORPİLE SON VERDİ!

(Şanlıurfa Büyükşehir de artık bu görüntüler yok, bir daha da olmayacak)

Gülpınar'ın ikinci hamlesi ise onun yeğeni, bunun kızı, şunun eşi, kardeşi, amcası, dayısı derken hiç yere şişen kadroyu durdurmak oldu.

İki üniversite mezunu olduğu halde işsiz olan gençler çaresizce sokakları arşınlarken o gazetecinin eşi, bu gazetecinin oğlu, şu vekilin yeeğeni, bu başkanın kuzeni oldukları için kimseyi işe almadı.

Geçici başta olmak üzere tüm işçi alımları şeffaf bir şekilde, noter huzurunda ve canlı yayınlanan kura çekimi ile gerçekleşti.

3- ADRESE TESLİM İHALELERİ BİTİRDİ!

Gülpınar sonrası aderse teslim ihale şartnameleri yazılmaz oldu. Tıpkı yolsuzluğun bittiği gibi hiç kime bırakın rüşvetle ihale almayı teklif bile edemez oldu.

PEKİ NE OLDU?

Şimdi diyeceksiniz ki; yahu 11 ayda nasıl büyük hizmetler oldu da bu denli ballandıra ballandıra anlatıyorsun? Haklısınız ama sizi biraz vicdana ve düşünmeye davet etmek de benim hakkım sanırım.

1- ULUSLARARASI PRESTİJ!

( Fransa Hükümeti’nin en üst düzey devlet nişanı olan Legion D’Honneur, AK Parti Şanlıurfa Milletvekili ve AB Uyum Komisyonu Başkanı Kasım Gülpınar’a takdim edilirken)
(Kasım Gülpınar Kültür Elçisi seçildi

Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ev sahipliğinde gerçekleştirilen, ulusal ve uluslararası 30’a yakın büyükşehir belediyesi başkanının katılım sağladığı UCLG-MEWA Yönetim Kurulu ve Konsey Ortak Toplantısında alınan kararla Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Kasım Gülpınar, diğer tüm adaylar arasından Kültür Elçisi olarak seçildi. Şanlıurfa'nın artık uluslararası presj sahibi olan bir Büyükşehir Belediye Başkanı var.)


TBMM'de uzun yıllar AB Uyum Komisyonu başkanlığı yapan Mehmet Kasım Gülpınar buradaki başarısı ile sayısız ödül almış ve çok içten, samimi ilişkiler kurmuştu. İşte o deneyim artı Gülpınar'ın ileri derece İngilizce, Fransızca konuşması turizm anlamında atılım yapmak isteyen Şanlıurfa için ciddi bir avantaja dönüştü. 

Dünya Müzik Şehri Başkenti olmak için yapılan lansman gecesi ülke ve dünyada büyük ses getirdi. En büyük değişim ise artık kekeleyen, cümle kuramayan değil, Avrupalı'nın diliyle Şanlıurfa'yı anlatan bir Büyükşehir Belediye Başkanımız vardı.

2- MADDE BAĞIMLILIĞI İLE MÜCADELE!

(Çocuklarımızın madde bağımlılığı ile mücadele ettiği Liman Ayık Derneği bu şehir için insanlık onurunun nişanesidir)

Şanlıurfa artık kendi çocuklarına, kardeşlerine, eşine, yeğenlerine değil, tüm şehrin çocuklarına sevgi besleyen ve onlar için kendi cebinden hatırı sayılır paralar harcayarak ülke ve şehrimizin kanayan yaralarından olan madde bağımlılığa savaş açtı.

Liman Ayık Derneği projesi meyvelerini vermeye, uyuşturucunun Azrail gibi yakasına yapıştığı gençler hayata dönmeye başladılar bile.

3- ALT VE ÜSTYAPI HAMLELERİ!

(Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi alt ve üst yapı yatırımlarına hız kesmeden devam ediyor)

Seçimi kaybetmeyi hazmedemeyenlerin ''şehir köstebek yuvasına döndü'' yaygarasını koparmasına sebep olacak şekilde kazılar yapıldı. Bir şehirde kazı varsa hizmet vardı. İzahı olmayan 12 milyar küsür borç, hacizler ve daralmış hareket alanına rağmen alt ve üst yapı çalışmalarına hız verildi.

Şanlıurfa da ilk kez 13 ilçeye eşit hizmet ve bütçe ayrıldı. Öyle ki DEM, YRP, MHP ve Ak Parti ile oldukça renkli bir hal alan ilçe belediyelerinin hepsi mutlu oldular.

4- ŞUAK HAMLESİ!


Makalemin girişinde ''sesimizi duyan varmı?'' diye sormuş ve "Gülpınar o sesi duydu" demiştim. Ama durmadı Mehmet Kasım Gülpınar. Kurduğu ve yakında detaylı lansmanı yapılacak olan ŞUAK ile Şanlıurfa halkını Allah korusun olası deprem ve sel gibi felaketlerde hızla kurtaracak bir arama kurtarma ekibi kurdu.

Yani selin bastığı yerlerde kayıp canlarımızı kirli paslı kepçelerin uçlarında aramayacağız artık.

5- DEV AVM!


Ülkemizin 7. Büyükşehri olan Şanlıurfa’da mevcut 3 AVM'nin yeterli olmadığı apacık ortadaydı. Gülpınar bunun da biliyordu ve Barutçu Han'ı tarihi dokusu ile rüya gibi bir AVM'ye çevirme projesi masada artık. Bunun yanında Divan Yolu Caddesi'nin trafiğe kapatılarak tarihi çarşı bölgesinin yayalaştırılması projesi gündemde. 

Yerel basında ''Şanlıurfa'nın tarihi çarşıları, sunduğu eşsiz çeşitlilik ve zengin altyapısıyla büyük bir cazibe merkezi olma potansiyeline sahip. Bu projeyle birlikte, bölgedeki çarşılar bir açık hava alışveriş merkezi modeline dönüşebilir. Gıda, giyim, elektronik gibi birçok sektörü barındıran iş yerlerinin çeşitliliği, bölgeyi alışveriş için cazip bir destinasyon haline getirebilir. Eğer proje başarıyla hayata geçerse, Şanlıurfa’nın 4. alışveriş merkezi olacak bu dev alan, Türkiye’nin en büyük alışveriş merkezi olma yolunda önemli bir adım atmış olacak.'' Cümleleri ile olumlu karşılık bulan projenin söylemi bile heyecan yarattı.

VAR DAHA VAR!

Raylı sistem, BELTUR, ULAŞIM AŞ, BELTAŞ, TURZİM A.Ş, ŞUSKİ gibi iştirakli şirketlerin artıya geçmesi, belediyenin borçsuz hale gelmesi gibi daha sayısız proje imza atacak Gülpınar.

BİLİYORDUM!

Fakat 31 Mart sonrası nerede ise hergün Gülpınar'ın Ak Parti'ye geçeceğini iddia edenler, başarısız olacağı üzerine papatya falı açanlar başta olmak üzere sanırım olup bitene şaşırmayan tek adam benim.

Evet, Mehmet Kasım Gülpınar'ın imza attığı ve atmaya devam edeceği projelerin hiç biri beni şaşırtmıyor çünkü ben bunları ve daha fazlasını on yıllar öncesi görüp kaleme alan adamım.

BİR ŞEHİR DÜŞÜNÜN!

Evet, bir şehir düşünün ki; yerel basını 12 yıl öncesine kadar tek parça idi. Gerçeği haykırmak isteyen birkaç kişi hariç. 

ABİ apoleti altında bu şehre sürekli ithal yabancı siyasilerin gelmesine alkış çalan, şehrini terörün, sapkınlığın, tacizin, kan davalarının merkezi gibi kötüleyen bir basın yani.

Sonra şehrin basını ortadan ikiye ayrıldı. Mehmet Kasım Gülpınar'cı Ekrem Arpak ve yüzlerle ifade edilen diğerleri.

Ben yazdıkça kötü adam oldum ama biliyor musunuz; benim gibi kırık kafalı insanların umurunda olmaz çoğunlukla savaşmak.

Ben Mehmet Kasım Gülpınar'ın kitabını yazdım. Yok yok, MKG Babasının Oğlu kitabı değil kast ettiğim. Liderine inanmanın, sadakatin, vefanın, bedel ödemenin kitabını yazdım.
Bir değeri var mı, bilmem. Olduğunu sanmıyorum ve açıkçası umurumda da değil. Çünkü benim ki Mehmet Kasım Gülpınar'a şahsi sevgi değil, Mehmet Kasım Gülpınar'ın dürüstlüğüne, vizyonuna, vicdanına, bilgi birikimine ve tüm bunların bu coğrafyanın umudu olmasına olan güvenin, saygının kavgasıydı.

İşte bu yüzden bugün şaşırmıyor ve GÜLEE GÜLE GÜLPINAR demiş olmanın tadını çıkarıyorum. Ve biliyorum ki; sadece ben değil, önce bu şehir sonra da bu coğrafya gülerek haykıracak Mehmet Kasım Gülpınar ismini.

İNSAN GİDER Mİ?

"Vaktinden önce gider mi insan?
Gidiyor işte!
Duvarda hırkası,
Cebinde fotoğrafları,
Sevdiği türküleri, evdeki yerini...
Her şeyi bırakıp gidiyor hem de.
Gidiyorum bile diyemeden."

Şair, şairliğine yaraşır bir özet çıkarmış burada. Belki de o yüzden "gidiyorum" diyemeden giderken ardı sıra bıraktıklarının hepsini dökmemiş satırlarına. Öyle ya; 
çok sevdiklerini bırakır insan. 

Umutlarını, hayallerini, bütün yarınlarını.
İnce belli bardakta dumanı tutan demli çayı kalır sehpada.
Yürekte yaşanmayı bekleyen özlemleri.
Konu, komşu, anne, baba ve kardeşler kalır.
Sevgili kalır geride, boynu bükük evlatlar.
Borcu kalır mesela.
Mesela şansı ise alacağı da kalır.
Velhasıl insan gider, her şey kalır.
Ölmeyecekmiş gibi yaşadığımız, hırslarımız yüzünden yok ettiğimiz vicdan, merhamet, sevgi, aşk, dostluk, vefa, kardeşlik hala görülmeyi ve yaşanmayı beklerken gider insan ve ne gariptir ki gözlerini hayata yumduğu gün ismi bile gider. O artık Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma değil, cenazedir.

Düne kadar ona "Anne, Baba, abi, kardeş, amca, teyze, hala, abla, arkadaş, bey, sayın, Ahmet, Mehmet, Ayşe, Fatma" Diyenler, cenaze namazı için camii avlusuna geldiğinde tek bir soru sorarlar.

-Cenaze nerede?

Çünkü gittin artık. Ve gittiğin de ilk adını alırlar senden.

ADAM HAKLI!

Bu sabah tıpkı benim gibi son dönemlerde kalbi ile arası bozuk ve anjiyo olan sevgili kardeşim Sait Kaya ile demli çay tadında sohbet ettik.

Sohbetin en değerli yerine geldiğimizde sorguladım kavgamı.
Malum enerji şirketi ile coğrafyanın bitmeyen ve çiftçimizi, fakir, fukaramızı hergün biraz daha ağır mağduriyetlere sürükleyen sorunu var.

İsmini bilmediğim ve Sait kardeşimin anlattığına göre yazarlık tarzımı rijit, beni sert bulan ve açıkçası benden çok da hazmetmeyen bir beyefendi aynen şunları söylemiş.

"Ne oldu Sait; Ekrem Arpak neden bu derin sessizliğe büründü? Ekrem Arpak'ı enerji şirketinin kahreden son hamlesine rağmen twit bile atmayacak kadar küstüren ne oldu?" O adamdan fazla hazmetmem ama Ekrem Arpak dediğin adam on yılı aşkındır bu şehir ve 31 Mart devrimi için gerçekten bedel ödeyen adamdır.

Ne diyeyim; adam haklı...

Adam haklı çünkü uzun yıllardır enerji şirketi ile bu şehir için adeta kavga eden, enerji kesintilerine, fahiş faturalara, cezalara karşı mücadele eden bendim. Mahkemelik olmak pahasına ve mahkemelik oldum.

Adam haklı çünkü ben bu coğrafya ve yeri geldiğinde bu ülkede yaşayan her haksızlığın karşısında durdum.

1- Dünyanın en büyük üretme çiftliği olduğu ve ülke ekonomisine her yıl milyarlarca lira + katkıda bulunması gerekirken zarar eden TİGEM'in sömüren, ırkçılığın boy verdiği, her türlü vurgunun yaşandığı yapısı ile savaştım. Nihayetinde eski eşine milyarlarca lira peşkeş çeken eski genel müdür benim mücadelem ile görevden alındı. Yurt dışı yasağı konuldu. Mahkemelik olma pahasına ve mahkemelik oldum.

2- Bugün hala yerlerini korudukları hatta daha da güçlendikleri iddia edilen FETÖ hizmetkarları varken yargılanma hakkarı ellerinden alınarak ve sadece iftiralarla işlerinden, aşlarından ihraç edilen yüz binlerce KHK mağdurunu savundum. Mahkemelik oldum.
3- Bu şehre şükretmeyi öğütlerken şehrin yerel kurumlarını rant bahçelerine çeviren, ihale takipçisi, israf hastası, nepotist siyasiler ve bürokratlar ile mücadele ettim. Mahkemelik oldum.

4- Bu şehirde belediyeleri kendi makam ve banka hesaplarının arka bahçesi haline getiren, ihale yolsuzlukları, rüşvet ve torpilin dibine vuran belediye başkanları, il başkanları ile mücadele ettim. Kıçına parmak attıranlar ekmeğime el uzattılar. Mahkemelik oldum.

YOK YOK ÖLMEDİM BEN!

Evet, ölmedim daha ve hırkamı duvarda, çayımı masada, fotoğraflarımı cepte bırakıp toprağa karışmaya niyetim yok ama öyle kırgınım ki; tarifi bile yok.

Sahi, gitmek sadece ölmek midir?

Belki de artık başka diyarlara gitme vakti geldi. Başka bir umudun peşinden ve başka kavgalarda savrulmanın ya da...

Çünkü bazı şeyleri hazmetmek belli bir yaştan sonra ağır geliyor be...

Hem, beni ben yapan yaşamım boyunca asiliğim oldu, Haksızlıklarla savaşmak yani. Haksızlığa karşı çıkarken dayak yemekten mutlu olan bir adamım doğru ama ödediğim bedeller yüzünden dayak yemek bu yaştan sonra ağır geliyor.

Güle güle Gülpınar demek benim için on yıllar süren kavganın en tatlı meyvesidir...

Ama yol uzun, yolcu yolunda gerek ve 50 yıllık hayatım bana şunu öğretti: Asla ama asla kimsenin kavganın, onurunun, mücadelenin üzerine basmasına müsaade etme...

Sanırım yola çıkma vaktidir...

Ama itiraf ediyorum: Adam haklı beyler; artık bu şehir, inandığım davalar, kavgam için twit atacak mecalim bile yok ve evet küskünüm hem de çok...

Not: Makalenin başlığını okuyan bazı kimselerin kurdukları hayalleri görüyor ve kahkaha atıyorum. Sizler de benim gibi GÜLE GÜLE ve rahat bir vicdan, kocaman bir umut ile GÜLPINAR diyin. 

Sevgiyle Dostlar.
 

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum
  • Yorum yazabilmek için lütfen üye girişi yapınız.