Mimikleri, sempatik eylem ve söylemleri ile ülke futbolunun en renkli simalarından birisi olarak çok sevdik Yılmaz Vural’ı. İşte o Yılmaz vural dünyanın başına bela olan Covid -19 salgını belasını yaşadı günlerce. Ölümle burun buruna gelen Vural haftalar sonra taburcu olduğunda ‘’hayatta her bir dakika dahi çok önemli. Her şey yalan… Yaşadığınız her anın kıymetini bilin’’ derken o her zaman gülen gözlerinde derin bir hüzün, solgun yüzünde kırık dökük yaşam sevincinin izleri vardı.
Sanırım pandemi sürecinin başlarıydı. ‘’ölüyorum!’’ başlığı kaleme aldığım ve coronaya yakalandığımı, ölmek üzere olduğumu anlattığım makalemden sonra sayısız mesaj ve telefon almıştım. Uzun yıllardır görüşmediğim, aramadığım, aramayan, küs olduğum bana küs olan binlerce insanı üzmüştüm.
Oysa amacım kimseyi üzmek değildi bilakis, hayatın ne kadar kısa ve küsmeye, kalp kırmaya değmediğini anlatmak, yaşarken helalleşmekti. Ayrıca bir farkındalık yaratmak içindi o satırlarım. Kısmen de olsa işe yaradığını görmenin sevincini yaşamıştım.
Biz gelelim Yılmaz Vural’ın mesajına: Hakikaten her şeyi ile ve tüm ihanetlerimize rağmen bizlere nimetlerini sunmaya devam eden bu güzelim dünyada kalıcı değiliz. Sultan Süleyman’a kalmayan bu dünyanın bizlere kalmayacağını görmek ve ona göre yaşamak şart oldu artık.
Yılmaz Hocanın ‘’HER ANIN KIYMETİNİ BİLİN’’ önerisine naçizane bir ekleme yapıp etrafınızda, hanelerinizde, özel yaşamınızda, mahallelerinizde, iş yerlerinizde olup biten olumlu veya olumsuz tüm olaylara hoşgörü ile ve sağlıklı bir yaklaşım göstermek istiyorsanız:
‘’Bir çocuğa, bir ağaca, bir kuşa, gökyüzüne, suya, güneşe, aya ve etrafınızdaki herkesi, her canlıyı yaratandan ötürü sevin, âşık olun’’ diyorum.
Evet, âşık olmaktan korkmayın dostlar…
Bir sevgiliye, eşe, evlada, inandıklarınıza âşık olun ve kısa ömrünüzü o uğurda harcayın diyorum. Ancak, üzülerek Yılmaz Vural hocamızın verdiği mesajların yanlış anlaşıldığını görüyorum… Zira Yılmaz Hoca ‘’Her anın kıymetini bilin, sevin’’ derken haksızlıklara boyun eğin, hırsızı, arsızı, namussuzu, tecavüzcüyü, tacizciyi, tefeciyi, zalimi sevin’’ demedi.
Hoşgörü hak edene gösterilmelidir… Hak eden sevilmeli ve hak edene âşık olunur…
Bir şiirimde;
‘’Alın teri can senindir, emek senin kan senindir. Verme gayrı al hakkını, her şey senin eserindir…’’ diye bitirmiştim dörtlükleri. Ve inanarak karaladığım bu şiirimin yazılma sebebi insan olduğumuzu, haklarımızın olduğunu unutan bireyler olmaya başlamamızdandı.
Sorgulayamayan, elinden, cebinden, ciğerinden, alın terinden çalınanlara karşı suskun kalmış toplumların sağlam ve aydınlık bir geleceği olacağından dem vurmak, umutla yaşama sarılmak ve Yılmaz Hocanın ifade ettiği her anın kıymetini bilerek hoş görü ile yaşamak mümkün olmayacaktır.
Mesela ben belediyedeki tüm ihaleleri amcasına, amca çocuklarına, yeğenlerine paket ettiği iddia edilen ve samimiyet duygusu körelmiş Viranşehir Belediye başkanı Salih Ekinci’yi sevmek zorunda mıyım?
Viranşehir’in köy yolları köstebek yuvasına dönerken kendi evinin ön ve arka yollarını asfaltlayan, görünürde milletvekili ile didişip özelde kanka olan bu samimiyetsiz duruş sahibi isme neyin hoşgörüsünü gösterebilirim ki?
O koltukta oturuyor olmasını borçlu olduğu isim ve isimlere vefasızlık yapıp zavallı beklentiler ile alakasız siyasilerin peşinde koşan, önlerinde el pençe duran bir ilçe belediye başkanı profilini sevmek zorunda mıyım?
Dönelim 18 yaşından küçük bir kızı zorla alı koyup tecavüz ettiği, yargıdan ceza alınca adını soyadını değiştirdiği iddia edilen Ceylanpınar belediye başkanı Fevvaz Soylu’ya. Gerçekte (Feyyaz Uçar) sevmek, saygı duymak ve hoşgörü ile yaklaşmak zorunda mıyım?
O başkan ki, henüz birinci görev yılında Ceylanpınar da milyonluk villa yaparken Ceylanpınar da kış günü sokakta kalan yoksul aileleri gördükçe neyine saygı duyayım, neyini seveyim?
Ben, Ceylanpınar halkının alın terini sömüren, çalan insanları sevmek zorunda mıyım?
Şanlıurfa da siyasetin hangi taşını kaldırsanız altında ihale yolsuzluğu, taciz, sapkın ilişkiler, tefecilik, nepotizm çıkıyor… Kendine yetmezmiş gibi üç kardeşine villa yaptırdığı iddia edilen ilçe belediye başkanını sevmek zorunda mıyım?
Yahu, memleketimin fakir fukarasının rızkını Metropollerde karı kız ayağıyla çarçur eden, metres tutan sapkın ruhluları sevmek zorunda mıyım?
Evet, yaşamayı, aşık olmayı, türkü söylemeyi, şiiri, kitabı, insanı, çocuğu, doğayı seviyorum ama varlıkları ile sevgime, aşkıma, emeklerime kan doğrayan soysuzları sevmek zorunda mıyım?
DEĞİLİM!
Zira ben bir insanım arkadaş… Kimse benden değerli değildir. Ve ben memleketimin, coğrafyamın belini büken DEDAŞ’ı sevmek zorunda mıyım?
Velhasıl kelam: Kendinizi sevin evvela ama hırsızları sevmeyin arkadaş… Hayatı size zından edenleri sevmeyin. İtiraz etmeyi, hak aramayı öğrenin artık.
Yoksa tükürürüm böyle hayata!
Ot gibi yaşamaktansa ölmeyi tercih ederim!
FACEBOOK YORUMLAR