Kavgaları, mücadelesi, şiirleri, türküleri, kitapları; kırık burnu, işkenceden kalma yaralı böbreği, ayağı, babalığı, kardeşliği, evlat oluşu ile Ekrem Arpak'ın evladı olmanın ağır yükünüde, gururunu da anlatmak kolay olmayacak benim için biliyorum.
Gerçi Ekrem Arpak'ı az çok bilenler tanır. Ben bir evlat gözüyle tanımayanlara anlatmak için bir anımızla başlamak istiyorum.
KIRIK BİRA ŞİŞELERİ ÜZERİNDE YÜRÜMEK BİLE DURDURMADI BABAMI!
2000'li yılların başıydı. 8 yaşımdaydım daha. Ben, babam ve annem Sarıgazi'nin girişindeki iş hanının önüne geldik. Babam anneme 5 dakika beklememizi söyleyip hana girdi. Derken jandarmalar bastı iş hanını. İçeride çek senet mafyasının iç hesaplaşma kavgası varmış.
O dönem Sarıgazi jandarma bölgesi. İçeride olan tüm erkekler gibi babamı da aldılar.
Hiç unutmam, elleri kelepçeli araca binerken gülümsedi bana ve "Devrim'im korkma, benim bir suçum yok, akşama gelirim" diye seslendi.
Gelemedi...
Çünkü Siverekli olmanın suç olduğunu o gün öğrendik!
Evet, babamın 23 gün ağır işkence gördüğü jandarma karakolunda sarı çıyan olarak tanınan bir uzman çavuşun "Sivereklisin demek. Doğuştan anarşist yani! Siverek'te iş mi kalmadı buraya geldiniz?" sorusuna "İstanbul senin olduğun kadar benimdir" dediği için 24 saat su damlası işkencesine maruz kaldı.
Bugün babamın başındaki 1 liralık maden para büyüklüğündeki kızıl yara izi o işkenceden kalmadır.
Sonra kırık bira şişeleri üzerinde yürüttüler!
Sonradan öğrendik ki "Mustafa Y" adında birisini tanıyıp tanımadığını sormuşlar. Derken tanıması için baskı yapmışlar"
Aramızda kalsın, babam hayatı boyunca ispiyoncu olmadığı gibi hiç tanımadığı o adamı tanımış olsaydı da tanımış olmayacaktı.
23 gün karakol bahçesinde annemle ben bekledik babamı.
Çıktığında bir ölüden farksızdı. "Pardon!" diyerek bize teslim ettiklerinde günlerce kendinde olmadan inledi.
Özrünüz batsın!
Ama o Ekrem Arpak'tı. Ayağa kalktığında yine yürüyecekti.
Kırık bira parçalarından birisi ayak tabanında kalmıştı. Alınsa felç durumu vardı. Aldırmadı ve o acıyla yaşamayı öğrendi.
Benim babam öyle bir adam ki, bazen ayağı takılıp psikolojik olarak o anları yaşadığında bile biz yanındaysak oyuna çevirdi canının acısını...
KÜTÜPHANE İSTEMENİN BEDELİ HİZBULLAH SALDIRISI!
Benim babam daha 16 yaşındayken başını belaya koyma ustası olmuş...
Lise öğrencisi iken okul kütüphanesinin olmadığını farketmiş. O dönem okul müdürlüğü yapan sonradan torunu yaşındaki öğrencisi ile odasında uygunsuz yakalanan M.Ş adındaki sapkın müdürün Hizbullah yayınları ile doldurduğu okul kütüphanesine kaynak kitap sağlanması için oturma eylemi yapmış tek başına.
İtler durur mu hiç?
Babamı pusuya düşürmüşler. Dün ameliyat olmasının sebeplerinden birisi olan böbrek yarasını o saldırı da almıştı.
Bugün hala burun kemiğinin yamuk olmasının sebebi de o hunharca saldırıda aldığı darbelerin kırıklarından kalma.
Malum, babam babasız büyüdü. Yoksulluk derken doğru dürüst tedavi olamadan kalkmış ayağa.
Babamın o dönem dövdüğü ve sapkın olduğunu anlatmaya çalıştığı okul müdürünü sonradan sapkınlık yaparken yakalandı.
Hizbullah denen terör örgütü ise sayısız insanlık dışı işkenceleri, faili meçhul cinayetleri ile kaldı hafızalarımızda.
Yani benim babamın kitap sevdası gençlik çağlarında vücudunda oluşturulan sayısız kemik kırıklarından kalmadır.
KİTAP MESELESİ!
Evet, benim babam günün 18 saati çalıştığı barmenlik vakitlerinde banklarda sokak lambasının ışıkları altında yazmış ilk kitabını.
Yıllar sonra memleketinin tanıtımı için kitap yazılması istenince (İl Milli Eğitim Müdürü Şerafettin Turan ve değerli valimizin ricası ile) havalara uçmuştu.
Günlerce, aylarca uyumadı ve harika bir kitap çıkardı ortaya.
Sonra ne mi oldu?
Dostum dediği, büyük destek verdiği dönemin BŞ Belediye başkanı Nihat Çiftçi sözünde durmadı!
Derken hayatında iki satır karalamamış Murat Müjdeci, Suphi Çiçek ve Özçınar ile sözde kurulan 11 komisyon üyesi babama ve emeğine iftira atıp engellediler.
Hakkı yenmişti. Ağırına gidiyordu.
Ama pes etmedi. Biz kiramızı zor öderken binlerce lira borçla o kitabı çıkardı.
BEYAZGÜL DE DURMADI SÖZÜNDE!
Yerel seçim sürecinde babam bizi aylarca yalnız bırakıp BŞ başkan adayı Zeynel Abidin Beyazgül'e destek vermek için Urfa'da kaldı.
O dönemde Uğur Beyazgül'ün, Zeynel beyin babama yazdıkları sayısız mesajlar bir hukukçu olarak bende saklıdır...
-Şu köyde, bu köyde problem var aman Ekrem!
-Bu mahallede sıkıntı var aman Ekrem!
Hele Uğur Beyazgül'ün Nihat Çiftçi ve görevde olduğu için ismini açıklamayacağım değerli bir bürokratımızı seçimi sabote etmekle suçladığı mesajları özellikle saklıyorum...
Sabahattin Cevheri beyefendinin büyük sükse yaptığı dönemde babam Zeynel başkan için uyumadan çalıştı.
Zeynel Abidin Beyazgül seçim sürecinde Mado da babama verdiği şeref, namus sözüyle kitap mağduriyetini giderme sözünü unuttu.
Yetmedi 2 yıl boyunca babamın 13 ilçe ve kurumlardan abone almaması talimatı vererek resmen ekmeğimiz ile oynadı.
Babamın o seçime katkısının en yakın tanığı dönemin Şanlıurfa Jandarma Alay komutanı Sabri Kirişçi amcamdır.
Canım babam her zaman olduğu gibi güvendiği, uğruna emek verdiği tarafından linç edilmişti.
Allah helal etmesin diyorum...
M. KASIM GÜLPINAR UMUDU!
Babamın en büyük hayali, memleketinde yaşanan haksızlıklara dur diyecek, yoksulluk belasına neşter vuracak bir liderle tanışmaktı.
Hiç unutmam: Birgün beni aradı ve "Kuzum, bugün öyle bir adamla tanıştım ki galiba bu şehri aydınlık yarınlara taşıyacak olan ismi buldum" dedi.
Eve döndüğünde gözleri ışıl ışıldı.
Onun gönül yarası yoksul öğrenciler ve zengin toprakların üzerinde yaşayan yoksul çocuklardı.
Mevsimlik işçilerin yaşadıkları onun yüreğinin acısıydı ve tüm bu acıları bitirecek isim babama göre M. Kasım Gülpınar’dı.
M. Kasım Gülpınar ismi evimize, hayatımıza girdiğinde üniversite öğrencisiydim. Hukukçu olmak isteyen bir genç olarak açıkçası adaletin bu kadar ayaklar altına alındığı bir süreçte babamın adaletine sıkı sıkı sarıldığı bir ismin varlığı bana inandırıcı gelmiyordu.
Sonrası malum…
Babam, coğrafyanın son aristokratı, beyefendi ve bilgesi olarak görüp elinde olsa tüm dünyanın tanıması için hayatını feda edecek noktada inandığı Gülpınar ismini yazmaya, anlatmaya başladıkça hak gaspları, alın terine saldırı ve bir süre sonra linçler başladı.
Bir gün kendisine ‘’Baba, sen Gülpınar dedikçe öteleniyorsun. İyi de M. Kasım Gülpınar’a bu güveninin sebebi ne? Senin için ne yaptı ki?’’ diye sorma cesaretini gösterdim. Çünkü babamın bu denli hırpalanması ve üzülmesine neden olduğunu düşündüğüm için kızgındım kendisine.
Kaşlarını çattı, uzun uzun bakıp ‘’Bu soru senin adına yakıştı mı?’’ diye sordu hayal kırıklığına uğramış bir baba gibi. ‘’Mesele ben miyim Devrim?’’ dedi sonra. ‘’Mesele memlekettir kızım. Hangi gün kendimi mesele edinip beklenti içine girdim?’’ dediğinde anladım M. Kasım Gülpınar isminin babamın içindeki umutların ışığı olduğunu.
Ve babam Gülpınar ismini bir masal kahramanı gibi anlatmakla yetinmedi. Kavga etti, sürüyle ayak oyunlarına karşı durdu.
Şimdi yatağında acılar içinde yatan babama baktığımda M. Kasım Gülpınar vekilime tek soru sormak isterdim.
Son yıllarda sürekli ‘’Ekrem Arpak M. Kasım Gülpınar’a zarar veriyor’’ dediler. Kasım Beyin bilmesini isterdim ki, babam size inanarak ve sizin yolunuza çıkan çakıl taşları ile çakallarla mücadele ederken sadece kendisine ve bize zarar verdi.
Babamın sizden makam ve para istemediğini iyi bilirim çünkü isteseydi sizi sevdiği için kendisine karşı duranların sayısız tekliflerinin tekini kabul eder maka sahibi de olurdu, tonla para da kazanırdı.
Soruma gelince; keşke memleketi ve memleketinin umudu olduğu için sizi bu kadar seven Ekrem Arpak’ın size verildiği iddia edilen zararla gurur duysaydınız. ‘’Evet, Ekrem Arpak bu memleketin yazarı, sanatçısıdır. Kendisini severim ve neden ekmeğiyle oynuyorsunuz? ‘’ Demediniz bir gün?
Babamın duası ve dileğinde olduğu gibi vekilim ‘’Keşke etrafınızdaki herkesin zararı babamınki kadar saf, onurlu ve tertemiz olsaydı…’’
Ve biliyorum, babamı iyi edecek olan her şeye rağmen M. Kasım Gülpınar’ın liderliğinde bir olacak Şanlıurfa ile coğrafyanın bereketli yarınlara kavuşması olacak.
Babamı iyi edecek olan M. Kasım Gülpınar’ın bu zengin toprakların yoksul çocuklarına bereketi getirecek ve hak ettiği yerlerde olmasıdır.
Babam babasız ve yoksul büyüdü. Onu iyi edecek olan M. Kasım Gülpınar’ın yoksulluğu, mevsimlik işçi dramını, işsizliği, torpili, haksızlığı bitirecek olduğu gündür.
Ne diyeyim, umarım başarırsınız vekilim…
MÜZAFFER KIRAN AMCAMIZ MI!
Babamı tanıyanlar bilir ama uzun yıllar evlatları olarak bizim bile şaşırdığımız derecede Karacadağ sevdalısıdır. Feodaliteye karşı birisi olarak onun bu aşiret düşkünlüğünü hep sorgulamışımdır.
Ta ki bir gün babamın diline Müzaffer Kıran düşene kadar. ‘’Müzaffer aşağı Müzaffer yukarı, Müzaffer benim kardeşimdir…’’
Öğrendim ki babam Müzaffer Kıran isminde o çok sevdiği Karacadağ’dan siyasete bir isim kazandırmak telaşındaydı. 90’lı yıllarda haksızlığa başkaldırıp haksızlara tokadı vuran Ahmet Kıran ve Kejan efsanesinin kabuğuna çekilmiş olmasını içine sindiremiyordu.
Ahmet Kıran birkaç ay önce attığı zavallı twite kadar babamın efsanesiydi. Ahmet Kıran demişken buradan kendisine sesleniyorum.’’Ahmet Bey, Ekrem Arpak’ın ne sizin korumanıza ihtiyacı var nede sizin gibi iki dakika sonra o zavallı twiti atacak kadar korkak olomadı’’ Babam için Ekrem Arpak garibandır demişsiniz ya benim babam senden çok daha fazla aşiretinin garibanına destek çıkmış, gariban dostudur gariban değil.
Ve Ahmet Bey, kendi kanınızdan bir insanı savunacak cesaretiniz yoksa bile Ekrem Arpak gibi aşireti, dili, kimliği için bedel ödemiş bir adam için o twiti atma hakkını kim verdi size?
Neyse, biz dönelim Müzaffer Kıran’a…
Müzaffer Kıran babam için öz kardeş bizim de yüzünü görmediğimiz amcamız olmuştu. Tedirgindim aslında… Çünkü babam kime bu kadar değer verse mutlaka canını acıtırlardı.
Müzaffer Kıran babamın canını acıttı mı bilmiyorum. Acıttıysa babamın onun için bizden çalıp ayaklarının altına serdiği zamanı, umutları ve alın terlerini zırnık helal etmiyorum ama son birkaç aydır babam Müzaffer demedi evde. Ve benim babam susuyorsa biliriz ki canı acımıştır…
Evet, Ekrem Arpak’ın Karacadağ sevdası Karacadağlıların ötelenmesine olan öfkesineydi. Kalabalık nüfuslarına rağmen özellikle mensubu olduğu Kejan Aşiretinin Ceylanpınar da, Siverek’te siyaseten piyon olmasını içine sindiremedi hiçbir zaman.
Müzaffer Kıran babamın siyaseten Kejan ve Karacadağ ailesinin siyasete güçlü bir şekilde atacağı adım ve yeniden ayağa kalkma ümidiydi.
Hoş benim babam Mustafa Çelikbay, M. Cerrah Kıran, Mustafa Günaşan, Amaklar, Katavlar ve ailem dediği sayısız isme ağabeylik, kardeşlik etti ya; her defasında üzdüler, kırdılar ve babamın kavgasını anlamadılar…
Şu kadarını söyleyeyim, babam o çok gurur duyduğu aşiretinden bugüne kadar ne müzik ne edebiyat nede basın hayatında zırnık destek görmedi. Kimsenin babamın ve bizim ekmek kavgamızda bir bardak su katkısı olmadı.
Bilakis, babam aşireti için sayısız desteklerde bulunduğu halde zırnık vefa da görmedi…
Hele bir yataktan kalksın, bir daha Kejan, aşiretim ailem desin onunla dişe diş kavga etmezsem insan değilim…
SELİM BAĞLI İLE KARDEŞTİ!
Bir dönemin SGK Başkanı şimdilerde bakan yardımcısı Selim Bağlı’nın da babamın hayatında önemli bir yeri vardı. Selim Beye iftira atıldığında nasıl üzülüp kimlerle kavga ederek mahkemelik olduğuna şahidim.
SGK Başkanı…
Bazen düşünüyorum da, sizin SGK Başkanı, bakan yardımıcısı ve KEKO (Kardeş-ağabey) dediğiniz bir arkadaşınız olacak ama alınteri yani hayat sigortanız durmadan gasp edilecek.
Bu nasıl kekoluktur ben anlamadım. Umarım babam bir gün bize anlatır. Gerçi yine mesele ben değilim diyecek ya nedense kendisine mesele ettikleri onun ekmek ve memleket kavgalarını mesele etmediler ona üzülürüm.
Şanlıurfalı bazı siyasilerin kendilerine yakın gazetecilere Tv kanalı açtıklarını da, belediye başkan yardımcısı, daire başkanı yaptıklarını ve hatta kızlarının düğünleri için belediyelerden bağış yaptıklarını da bilirim.
Ben de bir yıl önce evlendim ve babam tek bir dostunu rahatsız etmedi. Ne benim ne kardeşim için iş istemedi. Kaldı ki istese dahi ben ve kardeşim başkasının emeğini gasp eden bir işte çalışmazdık ya…
Selim Amcaya sormak isterdim. ‘’Memleketi için bunca çırpınan, sizin için bakanla mahkemelik olan bir gazeteci yazar ve ses sanatçısının ekmeği yani yaşam sigortası göz göre göre çalınırken SGK Başkanı olarak izlemek nasıl bir duyguydu?
BABAMIN EMEĞİNİ SANA YEDİRTMEM SALİH EFENDİ!
Gelelim aylarca babama dert yanan sonra da sanki dert yanıp vekili şikâyet eden kendisi değilmiş gibi babamın konser parasını ödemeyen Viranşehir Belediye Başkanı Salih Ekinci’ye:
Salih Başkan; ben ne senin ihalelere boğduğun o erkek yeğenlerine ne de sana benzerim. Babamın o belediyeden alacağı var ve sen hukuken buna engel olarak suç işliyorsun. Kayyum belediyesi tüm vatandaşlara olan borçlarını öderken sana da ödenmesi gerektiği bilgisi geldiği halde ödemeyişinin sebebi şimdilerde peşinden ayrılmadığın Halil Özcan’a ve bir dönem para pul için birbirinize düştüğünüz Halil Özşavlı’ya yaranma kaygısı ise nafile zira o parayı ödeyeceksin…
Babam sineye çekebilir ama ben senin gerçek yüzünü sineye çekmem başkan…
VE DİĞERLERİ…
Evet, Haşim Şeyhanlıoğlu; yani babamın kardeşim dediği, gerçek ağa diye anlattığı dostları vardı. Hepsi canını acıttılar…
Hepsinin vefasızlıklarını iyi biliyorum…
İstanbul'da doğdum büyüdüm ben Haşim Ağa. Dolayısı ile ağalığı Türk filmlerinden ve romanlardan bilirim sadece.
2 tür ağa okudum.
1- Marabasını sömürenler!
2- Marabası için çırpınanlar!
Sanırım babam seni ikincisi olduğun için sevdi değer verdi. Ve ağa dediğin kendisi için dostlarına koşan dostununun kıymetini bilendir, hakkını yediren değil.
O yakınların ki 7 yıl boyunca aralarında vekil, belediye başkanları, bürokratlar olmak üzere sayısız ismin kapısına gidip madddi manevi vaatlerde bulundukları halde sorunları çözülmez iken babamın tek telefonu ile yeniden dükkan ve iş sahibi olacaklar.
Sonra çıkıp utanmadan sosyal medya da klavye erkeği demişler babama. Sen onlara Ekrem Arpak'ın klavye erkeği olduğunu hatırlatmazsan ben hatırlatırım çünkü kadın halimle ben bile o zırtolardan çok daha mert erkeğim Haşim Ağa!
Klavye erkeği diye paylaşım yapan o beyefendilere söyle lütfen, az biraz utanıp vefalı olmayı ağalarından öğrensinler. Pek tabi ağaları vefa nedir biliyorsa...
Yoksa klavyeyi elime bir alırım 7 yıl daha koşarlar birilerinin peşinden. Teki erkekse benim veya babamın karşısına çıkar hadi...
O GENERAL!
Başlarken dedim ya; Ekrem Arpak’ı tanımayanlar için diye…
Yıl 2014: Babam bir TV Programını ‘’Kürtçe’nin yasak olduğu yerde durmam’’ diyerek terk etmiş. Akşam saat 20 gibi telefonum çaldı! Arayan kendisini ülkemizin onurlu bir generali olarak tanıtan birisiydi.
Ağır küfütler, akla hayale gelmez tehditler savuruyordu. Babam aldı telefonu. Adam babama İstanbul ve müziği tertk etmesi için iki saat süre verdi. Babamın cevabını asla unutmayacağım.
‘’Küfürleri misli ile sana iade ediyorum general bozuntusu! İstanbul senin kadar benimdir ve senden korkan senin gibi olsun. Elinden geleni ardına koyma…’’
İşte ben böyle bir babanın evladıyım.
Elbette linç kampanyası bitmedi. Her gün onlarca tehdit aldık ailece. Sonunda kalbim durdu. 5 Yılımı çaldı bu linç ve tehditler.
Bilirsiniz, babam gece yarıları twit atar. Bunun sebebi 5 yıl boyunca geceleri nefes alıp almadığımı kontrol ettiği uykusuz gecelerdir…
Babam da bizlerde dik durmanın bedelini kalbimiz ile ödedik ve ödemeye de devam ederiz. Zırnık geri adım atmadan.
ÖZÜR DİLERİM BABA!
Şimdi düşününce babama bir özür borcum olduğunu bir kez daha anladım…
Ortaokul çağlarımdı. Bir gün rehber öğretmenimiz seçme hakkım olsa kimin kızı olmak isterdin dedi. Düşünmeden ‘’Amcam’’ cevabını vermiştim!
Çünkü amcam zengindi ve çocuklarına lüks elbiseler, oyuncaklar, telefonlar alıyordu. Benim babamsa barmendi ve dershane ücretim dışında her şey aksıyordu. Kiramız, faturalarımız… Üstelik haftada bir eve geldiği için bizi önemsemediğini düşünmüş ona kızmıştım.
Sonradan öğrendim ki ‘’Bir arkadaşımda kalıyorum’’ derken de bize, anneme yalan söylemişti…
Neden biliyor musunuz?
Çünkü dershane ücretimi ödemek için çift şift çalışıyormuş. Gece 24’ten sonra toplu taşıma olmadığı ve taksi ücreti de pahalı olduğundan banklarda yatıyormuş…
İşte ben böyle bir babanın evladıyım ve özür dilerim baba! Ben sadece senin kızın olmalıydım. Öyle olduğum içinde gurur duyuyorum…
Evet, babamın kalbi dün 7 saniye durdu. Babasının kıymetini bilen, benim gibi bir babaya sahip olanlar bilirler bunun ömürden ömür aldığını...
Biliyorum ki babam bizim için, memleketi için, mevsimlik işçiler ve o yoksul çocuklar için geri döndü.
Ve babamı üzenler, kalbini yoranlar bilmelidirler ki, vakti geldiğinde burunlarınızdan fitil fitil getireceğim…
Devrim
FACEBOOK YORUMLAR