SİDİK ZORUYLA MI DEĞİL Mİ!
Fıkra bu ya; şarap fabrikasının emektar çeşnicisi ölür. Fabrika sahipleri yenisi için ilan verirler. Çok sürmez perişan kılıklı, belli ki ayyaş birisi baş vurur işe. Fabrika müdürü biraz da bu ayyaşı başından savmak düşüncesi ile test için ona bir kadeh şarap verir. Adam şarabı içer ve:
Kırmızı bir Muscatel, 3 yıllık. Kuzey yamaçta yetişmiş, çelik varillerde yıllanmış. Cevabını verir. Müdür şaşkınlıkla:
Doğru. Der. Bir başka şarabı tattırır.
Kırmızı Cabarnet. 8 yıllık. Güneybatı yamaç mahsulü ve meşe fıçılarda yıllanmış. Doğru cevabı üzerine şaşıran müdür beyimiz, sekreterinin yanına gider ve ona bir bardak suya biraz idrarından karıştırarak getirmesini söyler. Adama bunun beyaz şarap diye içirir.
Adamın yanıtı:
Sarışın, 26 yaşında 3 aylık hamile. Eğer beni işe almazsan babasına söylerim!
Her ne kadar Şanlıurfa’nın orta yerindeki Soğmatar dünyada üzümün damıtılarak şarap haline getirildiği ilk yer olsa da muhafazakâr bir şehir olmamız hasebi ile Allah’tan fazla şarap içenimiz yok. Hoş, bizim insanımız zekidir ve muhtemelen böyle açıkları olanlardan çokça iş kapardı ya, neyse...
Evet, belki şarap fabrikamız ve onun sekreterini hamile bırakan müdürümüz yok (Şarap fabrikası için yemin edebilirim ama tüm müdürler adına edemem...) ama bugün sosyal medyaya düşen ve 6 temizlik işçisi kadrosu için 10 bin başvurunun yapıldığı Şanlıurfa manzarası aslında sidik zoruyla iş bulacak hale geldiğimizin göstergesi değil midir?
Muhafazakârız ve şarap içmeyiz dedim ama bu fıkradaki müdürün ettiği misali şarap niyetine yuttuğumuz o denli ihale yolsuzlukları, vurgunlar, torpiller, atamalar var ki, 2.3 milyonluk şehir olarak alkolden değil, yoksulluktan çakır keyif olmaya başladık.
Baş döndürücü bir hız ve arsızlık boyutunda sömürü karşısında sus-pus olmuş, sidik zoruyla yaşama tutunur hale gelmişiz.
Üzerimize serpilmiş bu ölü toprağını biliyorum da zavallı gibi devam eden suskunluğumuza bir ad koyamıyor, anlam veremiyorum.
Ceylanpınar’da belediye başkanımızın milyonluk malikânesinin şu fıkradaki ayyaşa içirilen çakma şaraptan ne farkı var?
Şehrin tümünde devam eden ve rant yuvası haline gelen taşımalı eğitim rezaletinin rengi kırmızı olsa ne beyaz olsa ne? Sonuçta çıkarın, tacizin, rüşvetin, vurgunun sidiğine bulanmış çakma şarap mı, değil mi?
SENİN OLUYOR DA BENİM NEDEN OLMASIN?
Ah Kemal Sunal ah!
Şaban köyün en uyanık adamının kızına kör kütük aşıktır lakin kızın babası tamı tamına 6.000 lira başlık parası istemektedir. Fakir olan Şabanın tek çaresi İstanbul’a gidip çalışmak ve parayı biriktirmektir. Başına türlü türlü işler gelen Şaban başlık parası uğruna doğru dürüst yemek dahi yemez. Bir gün öyle acıkmıştır ki, kuru ekmeği bir lokantanın camından kızaran tavuklara banmaya başlar. Bunu gören lokanta sahibi:
-Çabuk 150 lira ver! Der. Şaban şaşırmıştır ama adam ısrar edince:
-O halde sende 50 lira para üstümü ver! Diye tutturur Şaban. Adam:
Ne zaman 200 lira verdin? Diye sorar. Şaban:
Sen isteyince oluyor da ben isteyince mi olmuyor? Diye sorar.
Sahi, hiç düşündünüz mü merhum Kemal Sunal’ın neden bu kadar sevildiğini ve aradan geçen onca yıla rağmen hala efsane olduğunu?
Ben diyeyim: Çünkü Kemal Sunallar, İlyas Salmanlar, Ferhan Şensoy, Münir Özkul, Adile Naşit, Erol Taş, Şener Şen ve onların dönemindeki sinema, tiyatro oyuncuları ile basın mensupları halkı güldürürken öte yandan sistemi inceden inceye eleştirmenin büyük ustalarıydılar. Çünkü onlar asla bugünün bazı yalaka isimleri gibi program, rol, makam köşe için halkı satmadılar.
Kapitalizmin boy vermek için yaptığı ilk iş, bir coğrafyanın basını ve sanatçısını ele geçirmektir. İşte bu yüzdendir ki; İnek Şabanların yerini osuruğu ile bira şişesi kıran Recep İvedik balonları, kimin eli kimin cebinde, gömlek değiştirir gibi birbirlerinin sevgililerini değiştiren ve toplumun sorunlarından bihaber isimler aldı.
İşte bu yüzdendir ki; Şanlıurfa halkı 6 kişilik temizlik işçisi kadrosu için 10 bin kişi sıraya girer haldedir. Bugün DEDAŞ’ın Şanlıurfa Halkına yaptıklarının fıkradaki ayyaşa beyaz şarap diye içirilen sidikten tek bir farkı olmadığı gibi, yerel basının çoğunun da popüler kültüre hizmet eden Recep İvedik’ten farkı kalmamıştır.
Ancak Urfa ve dahi ülkemde asıl tehlike kendisi şarabın fabrika başında, gerçek ayyaşlar olup, halkı din üzerinden sömürenlerin giderek çoğalmasıdır. Her cuma camilerin dolup taştığı ülkemde yüz yılın en rezil olayları, sömürüsü, tacizleri, tecavüzleri, yolsuzlukları yaşanıyor ve sızlanmaktan başka hiçbir şey yapmıyoruz.
Oysaki; bahaneler üretmeyi bırakıp bir şeyler yapma vaktidir. Örneğin:
Yorgun musun yaşadıkların? Daha erken uyu ve haksızlıklarla mücadele et.
Zamanın mı yok? Bırak TV ve Futbol izlemeyi, bir şeyler üret kendin için.
Paran mı yok? Bırak israf etmeyi. Paranı çalanlarla mücadele et.
Bilgi sahibi değil misin? Kitap oku ve öğren.
Çok mu karmaşık geliyor? Küçük başla ve dene.
Vücudunu mu beğenmiyorsun? Daha fazla spor yap ve yaratana sığın, sen özelsin.
Huzurun mu yok? Eşine, evlatlarına ve sevdiklerine sarıl, namerde değil.
İşsiz misin? Oy verdiğin siyasileri iş istihdamı sağlamaları için sahaya davet et.
Mağdur musun? Seni mağdur eden sisteme kölelik etme ve mağdur edenle hukuki zeminde mücadeleyi bırakma. Mağdura ses ol.
Gördüğünüz gibi, bu hayatta karşımıza çıkacak her türlü engelle baş edecek zaman ve imkanlar vardır aslında. Mesele müdürlerin üç kuruşluk yevmiye için içireceği sidik yerine adam gibi yaşamak için hakkı, hukuku, adaleti, eşit bir yaşamı, kardeşliği, vefayı, dostluğu, bereketi tesis edecek düzen için bunları başaracak doğru isimleri seçmektir.
Mesele, hangi şartta olursan ol, çalınan alın terinin hesabını sormak ve boyun eğmemektir. Yok eğer hesabını mahşere bırakıp, çaresizce kaybetmeye devam edecekseniz merak etmeyin zira buyurun sizin yerinize diğer tarafa halimizin, ahvalimizin nedenini bildirenin fıkrasıdır.
"Bekri Mustafa"
1593-1634 yıllarında Sultanahmet’te doğup-yaşamıştır...
Onun, kendini genç yaşlarda “içki”ye vermesi, “gece-gündüz içtiği” için de Bekri namıyla ün yapmış ve 41 yaşında ölmüştür. Bir de Bekri Mustafa’nın “imam” olma hikâyesi vardır. Hikâye şöyle;
Bekri Mustafa, yoksul bir mahallede,
Küçük Ayasofya Camii”nin önünden geçmektedir...
O sırada musalla taşında bir tabut vardır,
Fakat namazı kıldıracak imam ortalarda yoktur...
Cemaatin, beklemekten canı sıkılır ve başında kavuğu,
Sırtında cübbesiyle oradan geçen Bekri Mustafa’yı;
Hoca zannederek namazı kıldırmasını söylerler...
Yok, ben hoca değilim dese de,
Dinlemezler ve zorla öne geçirirler...
Bekri Mustafa namazı kıldırdıktan sonra tabutun örtüsünü açar ve ölünün kulağına bir şeyler fısıldar...
Cemaat, ölüye ne söylediğini merak eder...
Bekri Mustafa gülerek cevaplar;
Sen şimdi aramızdan ayrılıp ahirete gidiyorsun...
Eğer orada, bu dünyanın ahvalini sana sorarlarsa,
Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam oldu dersin...
Onlar durumu anlar dedim!!
DAHA BETERİ VAR!
Geçen ay;
İran’ın başkenti Tahran’da gerçekleştirilen Dünya İslami Uyanış Kurultayı'nda,
Türkiye'yi TEMSİLEN konuşmacı olarak,
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek yer aldı.!!!
Du bakali daha neler olcek!
NE OLACAĞI VAR MI?
Ne ne olcek? Sen hakkını aramazsan işte böyle 6 kişilik kadro için 10 bin kişi sıraya girersin, birilerinin evlatları otel odasında çilingir sofrası kurup hatunlarla eğlenir, bir diğerinin evladı ihalelerde milyonlar kazanır, diğerinin yeğeni milyonluk arabaya biner ve sen üniversite okumuş evladını İstanbul’a, izmir’e, Ankara’ya çöp toplamaya gönderir, arkasından su dökersin. Olacağı budur.