KORKUYORUM PATLAYACAĞIM!

Ekrem Arpak
ABONE OL

KORKUYORUM! 

Ulan ne saçma, ne garip, ne insanca olmayan ve eşitliğin olmadığı bir zamana açmışız gözlerimizi... 

Dünyanın en bereketli en zengin topraklarında yoksul insanların orta yerinde doğmak bile adil bir başlangıç, göz açış değildi. 

Tenimizin rengi bile suç!  Dilimiz kabahat! Yokluk alın yazısı diye kazınmış esmer alnımıza.

Kerajdağ suyu içmişiz bir de. Kanımızda yanlışa karşı ille de dur demek, haksızlığa boyun eğmemek var. Anadan, babadan kalma bir işçi, emekçi, hak, hukuk, ille de adalet sevdasıdır bırakmadı peşimizi. 

İlle de mertçe olacak dosluğumuz, düşmanlığımız. Yola revan olmak kolay, yeter ki dost candan olsun. Ölmek var, dönmek yok o yoldan. Genelde de dostun attığı gülden yaralandığımız halde. 

Mevsimlik işçi dediler bizlere. Çocukluğumuzun en güzel zamanlarını Çukurova'nın pamuk tarlaları arasında kozalara takılı bıraktık. 

Gençliğik kavgalarımızdan kanadı sevdalarımız. Ya yarım kaldı aşklarımız ya öldüm, öldüm bir hüzne bulandı da yaşarken kefeni giyindik.

Kimimiz ben gibi kaçtık buralardan. Kimimiz İstanbul da, kimimiz İzmir, kimimiz Ankara. Dört bir yana savrulduk ekmek kavgasına. 
Yüreklerimizde ana, baba, bacı, kardeş, arkadaş, dost özlemi, gözlerimizde gurbetçi olmanın gözyaşı yüklü buğusu. 

Coğrafya kader ise, tüküreyim böyle kadere be. Acı çekmek hep bize miydi yani? 

34 yıl sürdü İstanbul, İzmir, Kocaeli de yaşama direnmek.  Hayata 3-0 yenik başladığımız coğrafyanın evlatları olarak acımasız ve hep eşit olmadığımız hayat maçını bırak kazanmayı; beraberlik gollerini atana değin ne derman kaldı dizde, ne yaşama sevinci yürekte. Bel büküldü, ağardı saçımız, sakalımız. 

Sonra yeni bir umut de'yi döndüm memlekete. Bu coğrafyanın gençlerine imkan verilirse başaramayacakları şey yok dedim. Başarmaları için belki bir çakıl taşı koyarım umut yoluna belki bir mum ışığı yakarım karanlığa hapsedilen yarınlarımıza. 

Etmediklerini bırakmadılar inandığımı haykırdığım için... 

Dünyanın en bereketli toprakları üzerine kurulmuş 3 milyonluk bir şehri sapkınlığın, rüşvetin, kin, iftira, nefret ve ölüm kusan trol hesapların, vurgunların, iş takipçiliğinin, nepotizmin, madde bağımlılığının kör çukurlarına atmışlar uyanın diye direndikçe vurdular. Onlar vurdukça ben direndim. 

Sosyolojik bir halk devrimi, kötüleri ve kötüyü tarihin karanlığına hapsederek bir değişim ve o değişimin lideri olacak koca bir adam. 

Babasının Oğlu gerek bu memlekete, bu coğrafyaya. 

Ben dedim, onlar panikledi. Ben dedim onlar düşman kesildi her bir cümleme, varlığıma, umuduma. 

Yaş 50, yorgunum artık. Bu şehir istedi ve sosyolojik devrim gerçekleşti şükürler olsun. 

Umudum ilk bahar çiçeği kadar taze. Babasının Oğluna inancım dünden de güçlü. Olacak, ille de aydınlığa çıkacak bu şehir, biliyor, inanıyorum. 

Peki, ben niye bu kadar mutsuzum!? 

İçim içime, bedenim eve ve sokaklara sığmıyor. 

Neden bu kalbimden bedenime yayılan acı? 

Nedir beni böyle darmadağın kıran, döken, inciten? 

Galiba biliyorum. Galiba bildiğim için de korkuyorum. Çünkü kendimi tanıyorum. 

P a t l a y a c a ğ ı m diye ödüm patlıyor. 

Doğru ya, Babasının Oğlu ile aydınlık yarınlara uyanacak bu şehir. Az biraz sabır, biraz destek, inanmak yetecek buna. 

İnanıyorum. Yeniden ayağa kaldıracak bu şehri. Zerre şüphem yok. 

Tek soru var aklımda. Aha da çok az kaldı. Güneş doğacak bu karanlığa. 

İyi de güneşin aydınlatacağı sabahları anlamlı kılacak sevgiler nerede? 

Nerede kaldı kardeşlik? 
Nerede kaldı temiz sevdalar? 
Adalet nerede? 
Nerede kaldı vefa? 
Hani külüne muhtaç olmaktan mutlu olduğumuz komşular? 
Sırdaşım, arkadaşım nerede? 
Nerede annem, ablam, akrabalarım, kardeşim, abim? 
Nerede bir ekmeği ona bölerken birlikte kahkaha attığımız Arap Ahmet, Kürt Mustafa, Türkmen Hasan, Zaza Hüseyin, can ciğer dostlarım nerede? 
Nerede kaldı namus belasına mapus damlarında yatmayı onur sayanlar? 

Kerajdağ Pirincinin tadı yok artık. Nerede Karaköprü Narı'ın ekşiliğindeki lezzet? Suruç Patlıcanını kırağı çalmış. Nerede güzel bakan ceylanlar? 

Kazancı Bedih'in sesinden dostluğa, paylaşmaya dair yayılan sıra gecelerinin sıcaklığı nerede? 

Yok, yok... 
Kaybettiklerimiz kadar kayıp haldeyim şimdi. Ben şimdi yeniden kendimi arayacak güçte değilim. 

Oysa ben Rızkımı veren Hüda'dır, kula minnet eylemem diyenlerdendim.

Kimsenin minnettine boyun eğmeyenlerdendim. 

Dost yoluna bilene kelepçe yiyenlerdendim.

Ne ara bu kadar zayıf düştüm böyle? 

Ne ara yandım, kül oldum da söndüm? 

Komşumuz aç yatarken firar eden uykumuz nerede ve nerede sol yanımızı sızlatan vicdanımız? 

​​​​​​Yahu ben neredeyim ben? 
Kim çaldı içimdeki yaşama sevincimi? 
Kim darağacına astı cesaretimi? 
Soframdan aşımı çalan kim? 
Kimdir alın terimi taşa çalan? 

​​​​​​Ee nerede tek başına hepsine kafa tutan Hore'nin oğlu? 

Kim bu kadar kırdı belimi, yüreği mi de doğrulamaz haldeyim böyle? 

Korkuyorum kendimden ey gecenin zeytin karası karanlığı. Ya yeniden patlarsam? 

Haydi bir türkü ile kucaklaşalım ey gece. Sen üstünü ört içimdeki volkanın, ben türküler savurayım kaybettiklerimize... 

Şifa istemem balından
Bırak beni bu halımdan
Razıyım açan gülünden
Yeter dikenin batmasın
Gece gündüz bu hizmetin
Şefaatin kerametin
Senin olsun hoş sohbetin
Yeter huzurum gitmesin
Taşa değmesin ayağın
Lale sümbül açsın bağın
İstemem metheylediğin
Yeter arkamdan atmasın
Taşa değmesin ayağın
Lale sümbül açsın bağın
İstemem metheylediğin
Yeter arkamdan atmasın
Kolay mı gerçeğe ermek?
Dost bağından güller dermek
Orada kalsın değer vermek
Yeter ucuza satmasın
Yeter ucuza satmasın
Sonu yoktur bu virdimin
Dermanı yoktur derdimin
İstemem ilaç yardımın
Yeter yakamdan tutmasın
Nesimiyem vay başıma
Kanlar karıştı yaşıma
Yağın gerekmez aşıma
Yeter zehirin katmasın
Nesimiyem vay başıma
Kanlar karıştı yaşıma
Yağın gerekmez aşıma
Yeter zehirin katmasın